Al sana bir kilo altın (bugünkü değeri 4 milyon 400 bin lira), ya da karşılığında kilosu 300 liradan 14 ton tarhana derseniz, elbette altını tercih ederim. Ama kimse kimseye karşılıksız altın da vermez, hayır için birkaç kilo tarhana dağıtılır da, kimse karşılıksız 14 ton tarhana vermez.

Buradaki soru, “Elimizdeki kaynaklarla altın mı üreteceğiz, tarhana mı?” sorusudur.

Canım ikisini birden üretsek olmaz mı? Olmadığını Uşak’ta gördük. Uşak’ta altın madeni arayan şirket, Uşak’ın su kaynaklarını kuruttu. Ayrıca, sadece Uşak’taki değil, ülkemizdeki tüm altın madencileri sömürge ülke madenciliği yapıyor. Hem doğayı tahrip edip su kaynaklarını kurutuyorlar, zehirliyorlar, hem de devlete kazandıklarının sadece on binde 2’sini veriyorlar. 10 bin lira kazanıyorlar, 2 lira veriyorlar. Altını, kendilerine madencilik izni veren siyasetçiler ve bürokratlarla paylaşıyorlar. Net bir ifade ile Türkiye’de altın madenciliğinin Türk halkının refahına, Türk Maliyesine en ufak katkısı yok.

Bir Kızılderili Şefin söylemi kulağımıza küpe olmalı. “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak.”

Beyaz adam, kendi ülkesindeki suyu, ormanı, koruyor, bizi iliklerimize kadar sömürüyor.Uşak’tan örnek verdik, devam edelim. Altın madeni, Uşak’ın suyunu kuruttu. Oysa Uşak deyince akla ilk gelen şeyler, bereketli su kaynakları, Murat Dağı, Murat Dağı eteklerinde kurulmuş antik kentler, bereketli topraklar, lezzet fışkıran sebzeler, meyveler, süt, yoğurt ve elbette tarhana idi.

Önceki yazımızda, profesyonel hayattan erken emekli olup gastronomi ve yerel kalkınma projelerine yönelen Süleyman Dilsiz’den söz etmiştim. Süleyman Dilsiz, Uşak İlk Genel Meclisi’nin de desteğini alarak, Uşak Tarhanası için, UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne başvurdu.

Yüzyıllardır yoğurdun başrolde olduğu bu eşsiz lezzet, sadece bir çorba değil, kadın emeğinin, imece kültürünün ve toplumsal belleğin bir sonraki nesillere taşıyıcısı olarak öne çıkıyor. Tarhana deyip geçmeyin. Şu sıralar yeni tarhanaların üretim zamanı geldi. Her bölgenin tarhanası var ve her birinin lezzeti ayrı bir güzel. Elbette her insan kendi çocukluğundan beri alıştığı tadı beğeniyor.

Süleyman Dilsiz’e soruyorum. “Neden Uşak tarhanası için UNESCO’ya başvuruda bulundunuz, diğer tarhanalardan farkı ne?”

Dilsiz’in Uşaklı olduğunu hatırlatalım. Ama yanıtı kısa ve öz: “Tarhana, bulunduğunuz coğrafyanın sebzeleri ile yoğurdun fermente edilmesi ile oluşuyor. Uşak’ın bereketli topraklarından elde edilen bitkiler ve o topraklarda otlanan ineklerin sütünden üretilen yoğurttaki lif oranı ve protein oranı en yüksek olan tarhana, Uşak Tarhanası… O yüzden Uşak tarhanası farklı diyoruz.”

Tarhanadan sadece çorba yapılmaz. Un kullandığınız her şeyde, alternatif olarak tarhana kullanabilirsiniz. Cips, lahmacun, pizza, ekmek, derin yağda balık kızartması, aklınıza ne geliyorsa deneyin.

Süleyman Dilsiz, bundan bir süre önce uzun araştırmalar yapıp 2000 yılın izlerini sürerek Yoğurt Uygarlığı diye harika bir kitap yazdı. (TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları). Tarhana, içinde temel unsur olarak yoğurt olduğu için, Anadolu’da, Trakya’da, 2000 yıllık tarih boyunca Türklerin geçtiği bütün coğrafyalarda var. Orta Asya’da, Azerbaycan’da, İran’da, Orta Doğu’da, Yunanistan’da Balkanlar’da var. Farklı adları bulunuyor. Çeşitli dillerdeki adı kurut, keşk, peskutan diye geçer.

Tarhana öz itibarı ile sebze ve yoğurt kurusudur. Yoğurt nasıl Türk ise tarhana da Türk’tür. Birilerinin saçmaladığı gibi Yunan yoğurdu olmaz. Yoğurt “Türk”tür ve başına başka bir milliyet konamaz. Tarhana da “Türk”tür, tanımlamak için başına başka bir milliyet konmaz. Nasıl, “Suşi”yeJapon Suşisi demiyorsak, nasıl “Tako”ya Meksika Takosu demiyorsak, yoğurda da Türk yoğurdu, tarhanaya Türk tarhanası demeyiz. Yoğurdun başına bir ırk, bir milliyet tanımlaması yapmak, iki bin yıllık tarihi olan yoğurda Yunan yoğurdu demek, kültür hırsızlığından farklı değildir.

Yoğurt ve yoğurdun başına gelenler, başlı başına bir başka yazı konusu. Uygun bir zamanda yazarız.