İnsanı en çıplak haliyle göreceğiniz bir yer de savaşlardır. Zira koşullar amansızdır ve insanın kendi duygularından kaçacak yeri yoktur. Dehşet, şiddet, çaresizlik, yıkıcılık kol geziyordur. İşte o ortamda insan tümüyle kendisi olur. Ruhunu da soyunur istemese de…
İnsanı anlattığım için, savaş belgesellerini tutkuyla takip ederim. İnsanı daha yakından tanıdığımı düşünürüm çünkü.
Efendim, 2010 yapımı belgeselde insan hikayeleriyle İkinci Dünya Savaşı konu ediliyor. Bir ayrıntıya takılıyorum. Almanlar esir müttefik askerlerini İtalya sokaklarında yürütüyor… Halk büyük tepki gösteriyor onlara. Tükürüyorlar, tekme atıyor, sürüklüyorlar, tokatlıyor, küfrediyorlar. Kafiledekiler aç ve sürükleniyorlar sokaklarda. Üstleri, başları perişan, başları önde, üniformaları yırtık pırtık…
Sonra ekranda, mavi gözleri ıslak bir amca beliriyor. 90 yaşına yakın olmalı. Röportajı yapan saygıyla yaşadıklarını anlatmasını istiyor gaziden. Yutkunuyor ihtiyar. Gözleri doluyor sonra. Ağlamamak için kendini zor tutuyor. Ama beceremiyor. Biraz gözyaşı akıtıyor, yarısı içeriye yarısı dışarıya…
Ve bizlere hiçbir zaman önemini yitirmeyecek bir hikaye anlatıyor titreyen sesiyle:
“… Tükenmiştim. Ölüme gittiğimizi düşünüyordum. Hiçbir umudum yoktu. Hayatım gözlerimin önünden gelip geçiyordu. Buraya kadar diyordum ve bildiğim ne kadar dua varsa okuyordum içimden. Bir ara başımı kaldırdım. O nefret dolu kalabalığın arasından bir kız çocuğu gördüm. Ve bana gülümseyerek, avucuna aldığı bir şeftaliyi gösterdi dikkatle. Aman tanrım! Bir daha, bir daha baktım. Yeniden gösterdi şeftaliyi küçük kız. Bana gösteriyordu meyveyi. Emindim bundan, serap görmüyordum… Belli belirsiz gülümserken içim doldu birden. Ağlamamak için zor tuttum kendimi. Asker ağlamaz! O sırada küçük kız, bir yolunu bularak yanıma yaklaştı ve çaktırmadan avucundaki o şeftaliyi avucuma tutuşturdu… Ve güldü bana bakarak. Bir saniyecik kadar güldü. İnsanca, merhamet yüklü, çocukça bir gülüş… Ve dikkatle uzaklaştı. Ardından bakarken şeftalimi cebimin en derinine yerleştirdim. Gözyaşlarım sel gibi akmaya başlarken yürümeye devam ettim. Evet, asker ağladı…
İlk molada o şeftaliyi tutkuyla, büyük bir iştahla yedim. Biliyor musunuz, hayatımda yediğim en tatlı, en kutsal şeftaliydi oydu! Ve bu yaşa kadar ne o küçük kızın hallerini unutabildim ne de şeftalinin tadını… Ve artık şunu biliyorum ki; insanlık ne zaman kendini en umutsuz, dehşetengiz bir karanlıkta bulsa, dünyanın herhangi bir yerinde bir küçük kız avucundaki şeftali ile bekliyor olacak…”
Ekranda bir süre tutuyorlar kirpiklerinde çiseler biriken yaşlı savaş gazisini. Sessizce bir süre hıçkırıyor…
Ve bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü…. Ne dersiniz, küçük kızların merhameti insanlığı kurtarabilir mi?