Kaos içinde geçen hayatımda kendine yer bulmuş önemli olayların artçı sarsıntıları sürüyordu. Ve kaosu az da olsa düzene sokmam şarttı bir kez daha. Koca bir geçmişi masaya yıkıp dikkatle gözlemliyorum. Sonra da kendime bir yabancı gibi saldırıyor ve bazı “sert” kararlar alıyorum gece. Ve sabaha karşı dalıyorum…

Ertesi gün kuşluk vakitlerinde uyanıyorum. Lavaboda yüzüme dikkatle bakıyorum aynada. Sanki bu yüz bir başkasının! Hay Allah… Acaba gece hesaplaşmasında çizmeyi aşarak çok mu yüklendim kendime? Yoksa kendimle yine zamansız mı karşılaştım? Yok canım, bu yüz senin! O içine doğru da bakabilen gözlerin, yanağındaki gamze ve iki derin vadi, şu Karadeniz yapımı kemerli burun senin. İsyankar kaşlar, gözaltındaki hafif morluklar, bunlar da senin… Dur bir dakika, çok da kötü değil! Her şeye rağmen hayatın pek de hırpalayamadığı bir insana mı bakıyorum acaba? Öyleyse teşekkürler tanrım…

Ancak bir gariplik var yine de… Sanki çoğunu benim yaşamadığım, istediğim zaman kaldırıp atabileceğim bir fazlalık gibi duran bir hayatın şimdiki zamanı bakıyor bana aynada…

Acaba geçmişte tam olarak nasıl bir görünüşüm vardı? Normal insanlar gibi, geçmişimi fotoğraflama alışkanlığımın olmadığı geliyor aklıma sonra. Birileri çekmiş ve bana da vermiş olabilir ama. O kadar çok evden taşındım, o kadar çok konup göçtüm ki, az sayıdaki fotoğrafın da bir kısmı yitip gitmiş olmalı. Bir süre aranıyorum evde. Yok. Vazgeçiyorum ve hafızamı işe alıyorum. Kırık dökük de olsa epey malzeme çıkarıyor karşıma uzak geçmişimden…

Bir süre söyleniyorum sonra. Belki de elinden pek az iş gelen tuhaf bir adamdım…

Hayatımla bilerek ya da bilmeyerek kumar mı oynamıştım acaba? Belki de hayatımın kendisi bitmeyen ve hep kaybettiğim bir kumar partisiydi. Seçimlerimin ne kadarı benimdi, ne kadarı karakterimin dayatmasıydı? Yaşadıklarımın ne kadarını toplum, aldığım kültür getirip bırakmıştı kucağıma? Mizacıma uygun değil miydi yoksa yaşananlar? Zor sorular…

Balkona çıkıyorum. Hafif bir ön yaz rüzgarı denizi çalkalıyor. Bir süre izliyorum. Yıllarca ellili yaşların ortalarına bile varamazsın bu gidişle deyip durmalarım düşüyor zihnime. Ama yanıldın işte diyorum sonra, bak, buradasın… Vardır bu işte bir hikmet evlat, kim bilebilir ki!

Yıllar yılı gereğinden çok daha fazla hırpalamadın mı kendini tanrı aşkına? Yaşandı ve bitti işte.

Geçmiş… Adı üstünde! O zamanlar ne yaşandıysa ancak onlar olabilirdi. Elinden gelebilen o kadardı! Ders al ve yürü… Peki ya gelecek? Şimdi de ona mı taktın? İyi de onun ne getireceğini bilmiyorsun ki! Kimse de bilmiyor. Bedenine, ruhuna, zihnine ve duygularına iyi bak ve tasalanma! Hayat seni hiç mi hiç iplemeden akıp gidiyor, görmüyor musun? Bırak artık yakanı! Hayatla dalaşmak yerine katıl ona…

Yahu, şaka mısın usta sen?