Dünyamızda öyle kadim şehirler vardır ki; kimi zaman bir kitapla, bir şarkıyla veya bir şiirle beynimizin bir köşesine yerleşir, yıllar geçse de oradan çıkarıp atamazsınız, artık orada bir anlam bulmuştur kendince.
Hırvatistan’ın başkenti tarihi Zagreb şehri de öyle, benim beynimin bir köşesinde yıllardır çöreklenmiş bir türkü çığırır durur ve beni çağırır adeta… Zagreb Radyosu’nda Lili Marlen Türküsü.
Attila İlhan’ın bu sözleri, 1986’da, Ahmet Kaya’nın sesiyle yeniden can buldu. “An Gelir” albümündeki bu şarkının hikâyesi ise oldukça ilginçtir: Birinci Dünya Savaşı’nın epey çalkantılı olduğu zamanlar. Hans Leip adındaki öğretmen, Alman ordusu tarafından askere çağrılır. Leip, Berlin’deki eğitiminin ardından Doğu Cephesi ve Karpatlar’da görev yaparken içindekileri dökmek için bir şiir yazar. Bu şiirde, hayatında iz bırakan kadınları düşler. İki kadın yani Lili ve Marlin’i birarada düşünerek “Lambanın Altındaki Kız” şiirini yazar:
Kışlanın önünde büyük bir kapı var/Kapının önünde bir fener yanar/O fenerin önünde bir buluşalım her ikimiz/Lili Lili Marlin Lili Lili Marlin/Fener seni tanırım selvi boyundan/Bana göz kırparsın taa uzaklardan/O fenerin önünde bir buluşalım her ikimiz/Bombalar uçaklar şimdi nerede/Sevgilim acaba hangi siperde/O fenerin önünde bir buluşalım her ikimiz.
Yıllar sonra bu şiir “Lili Marlen” olarak bestelenir. Besteci, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanlar için Almanya Propaganda Bakanı Joseph Goebbels denetiminde propaganda marşları yazan Norbert Arnold Wilhelm Richard Schultze’dir. Söz konusu beste, ilk kez 1939’da Lale Andersen adındaki şarkıcı tarafından okunur. Şarkı, en başlarda beklenen ilgiyi görmemesine rağmen kısa bir sonra şöhretin yolu aralanır. Aynı yıl, Marlene Deitrich’in şarkıyı okumasıyla şiirin sözleri daha popüler bir hale gelir. Benim yaşlarımdakilerin birçoğu Zagreb’i ilk kez Lili Marlen Türküsü ile hatırlar:

Akşam olur mektuplar hasretlik söyler/Zagreb radyosunda Lili Marlen türküsü/Siperden sipere ateş tokuşturanlar/Karanlıkta dem tutan isah kuşu.
Zagreb’den Ayvalık’a
Zagreb, gençlik yıllarımdan bu yana, yıllarca aklımın bir köşesinde takılıp kalmıştı. Hep gitmek istedim ama bir türlü fırsat yaratamadım. Orta ve Güneydoğu Avrupa'da, Adriyatik Denizi kıyısındaki Hırvatistan’ın başkenti Zagreb. Kuzeybatıda Slovenya, kuzeydoğuda Macaristan, doğuda Sırbistan, güneydoğuda Bosna-Hersek ve Karadağ ile komşu ve batıda İtalya ile deniz sınırını paylaşıyor. Adriyatik denizinde çok uzun bir kıyısı olan Hırvatistan’ın en çağdaş başkentlerinden olan bu kadim kentin tarihsel dokusunun, gelen herkesi büyülediğini düşünüyorum. Gitmek isteyenlere fikir vermesi açısından kısa bilgiler: Pegasus’un kampanyasından yararlanarak gidiş-dönüş 5 bin TL’ye bilet aldım. Kent merkezinde bir hostelde dört gece için 5 bin TL’ye konakladım. Geri kalan harcamalar artık kişinin keyfine bağlı. Hostel tercih etme sebebim ise çok basit: Uygun fiyatlı olması ve dünyanın dört bir yanından gelen insanlarla tanışma fırsatı. Kaldığım Main Square Hostel’de dört gün boyunca Nepal, Hindistan, Çin, Rusya ve Kore’den insanlarla aynı sofrada kahvaltı ettim; ülkemizin fotoğraflarını gösterip şehirlerimizi anlattık. İzmir’i ve beş yılı aşkın süredir yaşadığım Ayvalık’ın doğal güzelliklerini ve 22 adasının fotoğraflarını gösterdiğimde hayran kaldılar. Zagreb’den Ayvalık’a bir yol açtım. Kendimi turizm elçisi gibi hissettim.
Ban Jelačić Katedrali
Kaldığım hostel, kentin merkezi olan Ban Jelačić Meydanı’na 100 metre uzaklıktaydı. Meydanın ortasındaki atlı heykel, meydanın isim kaynağı büyük asker Josip Jelačić’e ait. Meydan her saat dolu; Hırvatların ve turistlerin buluşma noktası. Meydandan Aziz Stephen Katedrali’ne yönelince 1899 tarihli iki gotik kule tüm haşmetiyle karşınıza çıkıyor. Ne yazık ki ben gittiğimde restorasyon nedeniyle sadece dışarıdan görebildim.
Dolac Pazarı
Meydanın yakınlarında kadim kentin en hareketli noktalarından, çiftçi ve köylü pazarı Dolac her gün açılıyor. Zagreb’de en çok ziyaret edilen ve en iyi bilinen çiftçi pazarı. Şehrin en eski pazarlarından olan Dolac, günlük pazar olarak 1926’dan beri kentin en önemli ticaret bölgesi olmuş. Çevredeki köylerden çiftçiler, ev yapımı yiyeceklerini ve çok taze meyve ve sebzelerini satıyor. Alt kattaki kapalı pazarda kasaplar, balık satıcıları ve yaşlı kadınlar özellikle şehrin en ünlü yiyeceği olan peynir ve krema satıyor. Ayrıca pazarın merdivenlerinden inildiğinde tam karşısına kurulan çiçek tezgahlarında özellikle kasım patları yaygın olarak satılıyor ve tercih ediliyor.
117 basamak tırmandım
Tezgâhlar arasında kısa bir turdan sonra Tkalciceva Ulica’ya doğru yürüdüğünüzde 13. yüzyıldan kalma bir kent kapısı karşınıza çıkıyor. Zagreb’e yukarıdan bakmak isteyenler Lotrscak Kulesi’ne çıkabilir. Benim şansıma 100 yıllık füniküler bakımdaydı; bu yüzden 117 basamağı yürüyerek tırmanarak kenti kuş bakışı seyrettim. Yine aynı nakarat dilimdeydi:
“Zagreb Radyosu’nda Lili Marlen Türküsü…”
Maksimir Parkı
Gitmeden önce araştırdığımda bin dönümden daha büyük, İzmir Kültürpark’ın 2.5 katı büyüklüğünde Maksimir Park’ın ününden söz edildiğini okudum. Kentin en eski parkına gitmemek olmazdı! İçinde hayvanat bahçesini de barındıran, birçok farklı bitki türüne de ev sahipliği yapan parkın tümünü gezmek mümkün değil. Park eskiden yoğun bir gürgen ormanı ve meşe ağaçları ile çevriliymiş, günümüzde ise çok sayıda farklı ağaç ve endemik bitki türlerini barındırıyor. Gücümün yettiği ve ayaklarımın beni taşıdığı yerlere kadar dolaştım durdum. Sarı yaprakların üzerinde yürüdüm, yapay göle karşı kahvemi yudumladım.
Sokaklarda motosiklet yok
Zagreb’de dört gün boyunca şunu gözlemledim: Kent sokaklarında motosiklet neredeyse yok; kuryeler bile çoğunlukla bisikletli. Pazar tezgâhlarında çalışanların önemli kısmı kadın. Jelačić Meydanı gece yarılarına kadar dopdolu. Tramvay şehri örümcek ağı gibi sarıp sarmalamış; her yere elektrikli tramvayla ulaşılabiliyor. Vatmanların çoğu kadın. Nüfus oldukça yaşlı. Gençler elbette var ama kaldırımda güçlükle yürüyen çok fazla yaşlı insana rastladım. Zagreb tam anlamıyla turist akınına uğramış. Oturduğum mekanlarda en çok Japonca, Fransızca ve Rusça duydum.
Hırvat mutfağı şahane
Dört gün boyunca bir Türk’e rastlamadım. Kentin gitmediğim mahallesi, geçmediğim bulvarı kalmadı. Tanesi 0.53 eurodan 30 tramvay bileti aldım. İndim, gezdim, bindim… Ne yemek istediysem yedim. Hırvat mutfağını denedim, lezzetler şahane. Fiyatlar makul, kuver yok, gizli ek ücret yok; ne yazıyorsa o. Ekim ayı Zagreb’de konaklamak için en güzel dönem. Parklar sarı ve kırmızının her tonuna bürünmüş; adeta kartpostal. Zagreb’de heykeller abartılı değil; tarihte bir anlam taşıyan asker veya sivil kahramanlara ait. Özetle; müzeleri, tiyatroları, sanat galerileri, gece yaşamı, sokak sanatçılarıyla, yıllardır içimde biriken Zagreb özlemini giderdim. Yazımı yine Ahmet Kaya’nın o dizeleriyle bitireyim:
“Zagreb Radyosu’nda Lili Marlen Türküsü…”
T Kalcıcıeva Ulıca Caddesi
T Kalcıcıeva Ulıca Caddesi’ni anlatmadan geçmek olmaz. Yol boyunca sayısız lokanta, restoran, kafe ve barlar sıralanıyor. Hindistan, Yunanistan, İtalya, Macaristan, Çin Halk Cumhuriyeti ve Asya mutfağından tüm lezzetleri barından bu caddede insan adeta ne yapacağını, nereye oturacağını, hangi ülkenin hangi mutfağını tercih edeceğini bilemiyor. Ama en çok üzüldüğüm konu, festivallerde, gastronomi şenliklerinde boy gösteren bizim ünlü şeflerimizin yemeklerinin yer aldığı bir mekanı da burada görmek isterdim. Neden bir Türk mutfağı olmasın ki? Ben gerçek bir İtalyan restoranını tercih ettim. Dört dörtlük nefis bir Margarita pizza ısmarladım büyük boy istedim ve bitirmek mümkün olmadı. Türk işi paket yaptırdım, gece acıktığımda oturup iştahla yedim.