Eğer insan olmanın eşiğini, başkasının nefesini kesmemek olarak belirleseydik, nefes alamadan öldürülenlerin ölümünü hangi kelime, hangi bahane aklayabilirdi?
Bir zamanlar, her çocuğun gülerek büyümesinin insan olmanın doğal hakkı olduğuna inanırdım. Meğer yanılmışım. Meğer o gülüş, yalnızca şanslı bir azınlığın ayrıcalığıymış. Çoğu bebek, daha ilk nefesini almadan, çok önceden kurulmuş kanlı düzenlerin içine doğuyor; hayatlarının sınırlarını, zalimler çoktan çizmiş oluyormuş. Onlara düşen, nefes almadan yaşamak ya da yaşamadan ölmekmiş.
Mutlu bir çocuk bisikletiyle önümden geçtiğinde düşündüm: Yalnız şehirler değil, merhamet de işgal altında. Doğu’nun merhameti de Batı’nın muhakemesi de çocuk cesetlerinin önünde sus pus. Artık bildiğimiz halde hissetmemek, hissettiğimiz halde konuşmamak, modern dünyanın “medeniyet” tarifi. Bugün, çocukların nefesi daha doğmadan kesildiğinde dudaklarımız açılmıyor. Geriye, sessizliğin en ağır türü kalıyor: Bildiğimiz halde hissetmemek, hissettiğimiz halde konuşmamak.
Demek ki yeni “makbul insan” tanımında önce ruhuna ait bütün yüklerden arındırılıyorsun; sonra ırkına, diline, dinine göre farklı kaplara yerleştiriliyorsun. Ve o kaplardan süzülen tortudan çıkan en uysal, en vicdansız hâlin, modern dünyada insan olarak değer görmeni sağlıyor. Çocuklar doğar doğmaz görünmez terazilerde tartılıyor: Değerli mi? Değersiz mi? Yas tutulacak mı? Unutulacak mı? Adalet bile, hangi bebeğin ölümü için ağlanacağına pazarlık masasında karar veriyor.
Bizim kederimiz de kaderimiz de çok önceden çizilmiş sınırların mahkûmu. Filistin’de öldürülen bebeklerin yüzleri ekranlara yansıdığında fincanlar yarıda kalmıyor; Seine kıyısındaki adımlar da Cihangir sokaklarındaki yalpalamalar da aynı ritimde sürüyor. Makbul insanlar bu görüntülere, başka bir gezegenin manzarasıymış gibi bakıyor.
Biz, güçlü olanın icat ettiği yeni dünyanın sessiz köleleriyiz. Sessizliği bozan her kelime, bir çocuğun nefesini geri getiremez belki; ama başka bir çocuğun nefesini kesen zinciri kırabilir.
Yeter ki önce şu gerçeği kabullenelim: Bu çağın en büyük suçu, zalimlerin yaptıkları değil, seyredenlerin sessizliğidir. Ve o sessizlikte hepimizin izi, hepimizin payı var.