Madımak olayı, edebiyat ve sanatın pek çok alanında iz bırakmıştır. Hasret Gültekin'in bağlaması, yanan otelin küllerinden yükselen sembolik bir ağıda dönüşürken; Metin Altıok’un ve Behçet Aysan’ın dizeleri, bir anlamda kendi ağıtlarını da yazmıştır. Edebiyat burada sadece acıyı estetikleştirmez; aynı zamanda tarihsel bir tanıklık işlevi görür. Bu yönüyle, sanatçının yalnızca yaratıcı değil, tanıklık eden bir özne olarak konumlanması önemlidir.
Madımak, sadece 1993’te yaşanmış bir trajedi değil; Türkiye'nin hâlâ tam anlamıyla yüzleşemediği bir vicdan dosyasıdır. Bu olay, inanç özgürlüğü, ifade hakkı, toplumsal barış ve devletin tarafsızlığı gibi temel ilkeler üzerinden yeniden ve sürekli tartışılmalıdır. Her yıl 2 Temmuz’da yapılan anmalar, yalnızca ölüleri değil; bir toplumun kendi adaletine, vicdanına ve hafızasına olan bağlılığını da sınar.
Gerçek bir yüzleşme, ancak “unutmamakla” ve “inkâr etmemekle” mümkündür. Madımak, hatırlanmadıkça değil, hatırlandıkça aydınlanacak bir yangının adıdır.
Metin Altıok da, Pir Sultan Abdal Şenliği için gittiği Sivas’ta 2 Temmuz 1993 günü kundaklanarak yakılan Madımak Oteli’nden ağır yaralı olarak kurtulduysa da 9 Temmuz 1993 günü yaşamını yitirdi.
“Ben şimdi biraz da
Senin için görüyorum;
Gökyüzünün parlak,
Bakış seken mavisini.
Ben şimdi biraz da
Senin için duyuyorum…” Metin Altıok
Metin Altıok’un şiiri, modern Türk edebiyatının lirik damarında süzülen bir içe bakış şiiridir. Yukarıdaki dizeler, onun şiirinde sıkça karşılaştığımız “acıyla yoğunlaşan sevgi” temasını berrak biçimde yansıtır. Altıok, bu kısa şiirinde hem bireyin duyarlılığını hem de zamanın ruhuyla sızlayan iç dünyasını kendine özgü bir ahenkle birleştirir.
“Ben şimdi biraz da / Senin için görüyorum” dizesiyle başlayan şiir, lirizmin saf bir örneğidir. Şair burada sevgiyi, sadece duygusal bir bağlılık değil, algının bütün katmanlarında yer alan bir “özneye dönüşüm” olarak sunar. Şair, sevmekle görmeyi, duymayı ve hatta yaşamayı baştan tanımlar; sevilen kişi artık sadece bir insan değil, şairin dünyayı kavrayış biçiminin merkezi hâline gelmiştir.
Gökyüzünün “bakış seken mavisi” ile gecenin “sarsak, yokuş çıkan ezgisi” metaforları, Metin Altıok’un hem dış dünyayı hem de içsel sarsıntıları şiirsel bir uyum içinde bir araya getirdiğini gösterir. Özellikle “yokuş çıkan ezgi” imgesi, yalnızca sesin biçimini değil, gecenin duygusal ağırlığını da taşır. Bu, Altıok’un şiirinde sık rastlanan bir tekniktir: Görünen ile sezilenin aynı anda aktarılması. Onun şiiri yalnızca okunmaz; sezilir, dinlenir, yaşanır.
Son bölümdeki “kanayarak yaşamak” vurgusu, Altıok’un poetikasında trajik güzelliğin merkezindedir. Yaşam, şairin dünyasında hiçbir zaman pürüzsüz ya da duru bir akış değildir. Aksine, içsel çelişkilerle ve acılarla olgunlaşan bir varoluş hâlidir. “Sazan derisi gibi / Günlerimi külle soyarak” dizesi, benzetmenin ötesinde bir varlık çözümlemesidir: Günler, birer deri gibi şairin üzerinden sıyrılmakta, fakat bu soyulma külle yani geçmişin, acının ve kaybın tortusuyla gerçekleşmektedir.
Metin Altıok’un şiirinde aşk, bir tür kendilik yitimi değil; kendilik içinde derinleşen, insanı kendine daha çok yaklaştıran bir süreçtir. Bu yönüyle o, hem geleneksel divan şiirinin içe yönelen lirizmini hem de modern şiirin bireysel sorgulayıcılığını kendi sesinde buluşturur.