Gecenin köründe aklına nereden geldiyse Gazze’de ölen çocuklara takıyor içkisini yudumlayan tanıdık genç kadın.
“Benim hiç de umurumda değil orada ölen çocuklar… Dedeleri topraklarını İsrail’e satmasaydı vakti zamanında. Ne yapayım ben. Bana neeee…”
Tepem atıyor, yakıştıramıyorum bu saçmalıkları kadına. Ancak nezaket gereği dinliyorum bir süre. Birkaç saniye; bir zamanların bu narin, kırılgan, zarif, merhametli kızı nereye gitti acaba, nerelerde kaybetti kendini diye geçiriyorum içimden ve dönüyorum geceye yeniden…
Çocuklar dünyanın her yerinde masumdur. Onların günahı yok, dedeleri bir halt etmiş olsa bile… Biraz anlamaya çalış çocukları gibi şeyler geveliyorum fırsat buldukça. Ancak ben diyor ben işitiyorum. Konuyu değiştirmeye çalışıyorum çaresiz, duymuyor bile. Çin Halk Cumhuriyeti hükümetinin Uygurlara yaptığı eziyetleri anlatıyor bir süre…
İki yerde de zulüm var ve medeni bir insan olarak karşı çıkmak gerek ikisine de diyorum ama dinlemiyor, konuşmayadevam ediyor. Açlıktan, susuzluktan, bombalarla paramparça edilerek öldürülen çocuklarla asla en küçük bir empati bile kurmuyor 20 yıl önce üniversite bitirmiş hanımefendi! Daha da dehşet olan şu: Kuramıyor! Dikkatle bakıyorum telefon ekranındaki yüz hatlarına… Merhametsizliği, gecenin üstüne kapkara bir örtü gibi çullanıyor sanki…
Ve hemen sonra, aşık olduğu adamın insani meziyetlerini öve öve bitiremiyor. Adamın müthiş merhametini koyacak yer bulamıyor. Aşk, merhametsizlik, empati yoksunluğu, öfke, Gazzeli çocuklar, ölüm, açlık, bombalar, Uygur Türkleri… Her şey birbirine karışmışken konuşma da bitiyor bir süre sonra…
Tam da usta enseyi karartma usta, bu ülkede ve de gezegende merhametli insan sayısı da çok diye mırıldanırken, tuhaf başka bir şey düşüyor zihnime. İnsani duyarlıkları yüksek iki şair dostla evimde bir araya gelmiş, bir güzel hamsi partisi yapmış, gülüp eğlenmiştik…
Dostlardan biri bir anısını şöyle aktarmıştı acı acı gülerek:
“Bir şiir dinletisindeydim. Dinletiye katılan ahaliye önce Gazze’de ölen çocuklara ithaf ettiğim şiirimi okumak istediğimi söyleyince bir uğultu koptu salonda. Çok sayıda orta yaşlı, çocuk torun torba sahibi insan sözleşmiş gibi aynı anda, ‘Hocam bırak şimdi Gazze’yi, öldürülen çocukları. Bize aşk şiirlerinden oku sen,’ diye söylendi. Bir iki mırın kırın ettim ve o maşallah pek ‘şiir yürekli’ insanların başlarından aşağıya birkaç aşk temalı şiirimi boca ettim hocam…”
Bu kez acı acı gülme sırası öteki şairle bendeydi…
Bunlar sadece iki örnek sevgili dostlar. Ancak benzerleri o kadar çok ki. Ben diyeyim yüzbinler, siz deyin milyonlar. Bu gidişatın erkeği kadını da yok ne yazık ki… İnsanlarımızın merhametten adım adım kaçarak kendi içlerindeki çöllere savrulduğunu anlayacak yaşlardayım artık. Ve şartlar ne kadar namüsait olursa olsun, insanlığı gün gelecek merhametin kurtaracağı umudunu taşıyorum hala…