25 yıl önceydi ve dün gibi anımsarım… Bir öğlen vakti gazetedeki telefonum çaldı. Genç bir kadın kendini tanıttıktan sonra bir ricada bulunuyordu:
“İki gün önce PKK ile çatışmada kardeşim şehit oldu. Benimle mezarına gelir misiniz? Lütfen… Bir yazar, bir ağabeyi olarak… Sarıgazi’de…”
“Elbette” dedim ve düştük yola…
Bana yaşananları ayrıntılarıyla anlatırken kederden gözleri kan çanağına dönmüş ablasıyla, birkaç gün önce şehit er Hüseyin’in mezarındayız Sarıgazi’de…
Esmer, karayağız, kara gözlü bir delikanlıymış Hüseyin. Kıvır kıvırmış saçları, arkadaşları arasında "Kıvırcık Hüseyin"miş o.
Uzun boylu bir fidan Hüseyin, Kürt kökenli Alevi bir ailenin çocuğu... Yirmi yaşındaki her gencimiz gibi vatani görevini yapmak üzere uğurlanmış aile ocağından.
Mezarı örten kara toprağa şefkatle dokunurken acı içinde anlatıyor ablası…
Ağrı'da askerliğini yapıyormuş Hüseyin ve henüz altı aylık askermiş... İstanbul'dan kalkıp bin beşyüz kilometre uzakta, vatani görevini yapan Hüseyin ve arkadaşlarına bir emir gelmiş. Tunceli-Bingöl dağlarında PKK'lılara karşı operasyon yapılacak. Çatışmaya gidiyordu, dağlara, ateşin olduğu yere gidiyordu delikanlı, gencecik arkadaşlarıyla.
Tunceli'nin Nazımiye ilçesi ile Bingöl arasında bir yerlerdeydi Hüseyin. Dağlar soğuktu, ıssızdı, sessizdi dağlar. Ve konuşacaksa, sadece silahlar ve ölüm konuşacaktı o sabaha karşı dağlarda meğer. Soğuk gece, yerini tanyerine bırakmak üzereyken sessizlik bozulmuş bir anda. Ölüm yankılanıyordu artık dağlarda. Ve cehennemi ateş altında ilk vurulup düşenlerden biri olmuş Hüseyin.
Hayat ne kadar ilginçti, güzeldi; ama, bir o kadar da yakıcı, acımasız, ve kahredici...
Tunceli Nazımiye nüfusuna kayıtlı Hüseyin'in ailesi... Ve Hüseyin hiç gitmediği, hiç görmediği, suyunu içmediği, sokaklarında volta atmadığı, sevemediği, sevilemediği memleketinin dağlarında vurulup düşmüştü, bu vatan için…
Ay parçası toprağa düşmüştü ve kara haber kısa sürede İstanbul'a varmıştı. Sarıgazi'de oturan anne ve babayı yaktı, kavurdu acı haber…
Hüseyin'in ayyıldızlı bayrağımıza sarılı tabutu indirildi mezarına, arkadaşları, ailesi ve askerlerimizin omuzlarından…
Bahar rüzgarları, dallarında geziniyor kocaman ağaçların. Çiçekler düşüp düşüp kalkıyor Sarıgazi'de, bir tepecikteki mezarlıkta.
Ve ebedi istirahatgahında uyuyor, şehitlikte değil de eve yakın bir tepecikte yatıyor Hüseyin Ay.
Annesi öyle istemiş… Oğluna yakın olacaktı böylece ve yürüyerek gidip gelebilecekti Hüseyin'inin mezarına. Dua okuyacak, sessizce gözyaşı dökecek, çiçeksiz bırakmayacaktı oğlunun mezarını…
Elli yılık çatışma ortamını ortadan kaldırmak için yola çıkanlara bir çağrımız olsun buradan:
Barışa, Terörsüz Türkiye’ye evet! Elbette! Ama yattığı o ağacın altında unutmayın Kıvırcık Hüseyin’i…
25 yıl geride kaldı Hüseyin… Ve “Halim abin” seni unutmadı. Rahat uyu güzel kardeşim…