İstatistikler acı konuşuyor. Avrupa Uyuşturucu Raporu diyor ki: Türkiye, 25 yaş altı uyuşturucuya bağlı ölümlerde dünyada ilk 5’te. Kutlayalım mı? Madde bağımlılığı ihracatımız mı artsın artık? Yoksa birincilik kupasını tabutun başında mı kaldıralım?

Bakın, bu bir haber değil. Bu, hepimizin hayatına sızmış bir felaketin duyurusudur.

Ve ne yazık ki bu felaket, artık arka sokakların değil, apartmanlarımızın, liselerimizin, mahalle parklarımızın misafiridir.

Bu maddelerden bırakın bir tane almayı, sigara dahi içmiyorum.

İçenleri görüyorum ama ‘içme’ demekle bırakılamayacağını da biliyorum.

Satanlar, içenler belli.

Artık hangi apartmanda bu maddeden içildiği dahi belirleniyor.

Nereden, apartman atık sularından.

Atık su analizleri bile haykırıyor: Şehirlerimiz uyuşturucu kokuyor.

Kanalizasyona karışan şey sadece su değil, çocuklarımızın gelecek hayalleri.

Adını bile telaffuz edemediğimiz sentetik maddeler gençlerimizin damarlarında, dilinde, kalbinde… Sentetik kannabinoidler, gabapentinoidler… Tüm bu karmaşık isimlerin altında tek bir yalın gerçek yatıyor: Gençlik, elimizden kayıp gidiyor.

Bir zamanlar “beyaz önlük” hayalleri kuran gençler, şimdi “beyaz toz”un peşinden koşuyor.

***

Tedaviye gitmiyorlar çünkü...

Çünkü korkuyorlar.

Korkuyorlar sicil kaydından, fişlenmekten, bir daha iş bulamamaktan…

Çünkü biz onlara “bir hata yaparsan sonsuza dek cezalandırılırsın” dedik.

Ama “yardım istersen elini tutarım” demedik.

Tedavi sistemi? Bürokrasi labirenti. Çıkmak isteyen kayboluyor.

Psikologlar, “bağımlılık beyin hastalığı” diyor.

Ama bu beyinler, depresyonla, ihmalle, yalnızlıkla, şiddetle biçimlendirildi.

Toplum olarak gözümüz önünde çürüyen gençlik karşısında en iyi yaptığımız şeyi yaptık:

Yargılamak.

“Senin çocuğun mu kullanıyor? Aman bize dokunmasın da...”

Mahalle yanarken saçını tarayanlar gibi izliyoruz.

Ama bilmeliyiz ki o yangın çoktan bizim çatımıza sıçradı.

Bu çocuklar eğlenmek için değil, kaçmak için kullanıyor.

Çünkü kendilerine çizilen gelecek tablosu, kara bir boşluk.

“Üniversite oku, işsiz kal. Okuma, gene işsiz kal.”

***

Peki, aileler ne yapsın!

İşte burada duralım.

Sorsanız herkes çocuklarına “en iyi eğitimi” vermek istiyor ama bir yandan da sosyal medyada milyonlarca izlenen “uyuşturucu challenge”ları var.

Çocuğunuzun ekranında ne izlediğini biliyor musunuz?

Daha kötüsü:

Çocuğunuzun ne hissettiğini?

Belki de son soruyu sormayalı çok oldu.

Prof. Dr. Ögel’in dediği gibi: Bağımlılık bir sonuçtur.

Ve bu sonuca giden yolda herkesin payı var:

Siyasetçinin ilgisizliğinde, öğretmenin görmezden gelişinde, ailenin sessizliğinde, medyanın magazinleştirmesinde...

Çare mi?

Bilim. Farkındalık. Dayanışma.

Evet, belki de biraz “insanlık”. Unuttuğumuz türden.

Uyuşturucu sadece kullananı öldürmez; bir toplumun ahlakını, vicdanını, geleceğini de zehirler.

Biz bir nesli kaybediyoruz. Ve en kötüsü, bunun farkında bile değiliz.

Çünkü ağlayan her çocuğu “şımarık”, susan her çocuğu “uslu” sanıyoruz.

Oysa onlar, sessiz birer çığlık.

Ve o çığlık, artık hepimizin kulağında yankılanmalı.