Homeros’un dizelerinden taşan, binlerce yıl öncesinden bugüne uzanan bir ses var İzmir’de. O ses, kimi zaman rüzgârla birlikte körfeze düşer, kimi zaman da Bornova’nın sokaklarında yankılanır. İşte tam da bu sesin izinde, Bornova Belediyesi’nin altıncı kez düzenlediği “Homeros’un Bornova’sında Kitap Günleri”, kenti yeniden edebiyatın kalbi haline getiriyor.


Kitapların sayfalarına gizlenmiş yüzlerce yaşam, binlerce hayal, bu fuarda bir araya geliyor. Yazarların kaleminden dökülen sözcükler, okurların gözlerinde yeniden hayat buluyor. Bornova, birkaç günlüğüne yalnızca bir semt değil; kelimelerin kurduğu bir evren, fikirlerin özgürce dolaştığı bir meydan oluyor.

***
Bu etkinlikte yalnızca kitaplar değil, zaman da okunuyor. Geçmişin mitolojik yankıları ile bugünün tartışmaları aynı salonda buluşuyor. Homeros’un dizelerinde yankılanan insanlık halleri, çağdaş yazarların kaleminde yeni biçimlere bürünüyor. Okurlar ise bu buluşmanın sessiz tanıkları değil; bilakis en kıymetli ortaklarıdır.


Bir çocuk, ilk kez bir yazarla göz göze gelir; bir genç, aradığı sorunun cevabını bir söyleşide duyar; bir yetişkin, yıllardır sayfaları arasında kaybolduğu yazarıyla aynı masanın etrafında buluşur. Kitap Günleri, sadece bir fuar değil, edebiyatın insanı birbirine yaklaştıran kadim gücünün hatırlatılmasıdır.

***

Bornova Belediyesi’nin açtığı bu kapı, aslında her birimize ait bir kapıdır. Çünkü edebiyat, tıpkı Homeros’un destanlarında olduğu gibi, insanın kendini arayışıdır. Kitap Günleri de bu arayışa eşlik eden bir yolculuktur.


Ve belki de asıl mesele, fuarın sonunda hangi kitabı aldığımız değil; hangi sözcüğün bizde iz bıraktığıdır. Çünkü kitaplar biter, fuarlar kapanır; fakat iyi bir cümlenin bıraktığı yankı, Homeros’un dizeleri gibi, yüzyıllar boyunca sürer.

Bornova-5

***
ölmeye koşuyor çocuklar
“belki de kısa bir filmdir ömrümüz./ kanatları renkli, gürültüsüz kelebeklerin / kuşluk vakti uykusu./ ecel teri dökeriz uzayan eylül gecelerinde, sabaha karşı. /geçmiş zaman olmalı kemirip duran bugünü ve yarınları.../ esmer gülümseyişi ile nakkaş,/ yeni resimler çizmiyor./ antik şehirler kana bulanmış. / hem yoksul hem kederli, havva'nın çıplak ayaklarıyla dolaştığı vadide doğan her bebek. / insan, evrenin kapalı kutusu./ dört unsur doğurup durmakta, çığlık çığlığa/ bilinmez olanı, delice...” Hatice Eğilmez Kaya


Eğitimci, şair Eğilmez Kaya, ‘Ölmeye koşuyor çocuklar’ şiiriyle, aslında çağımızın en ağır hakikatini dile getiriyor. Henüz yaşamı tanımadan ölümle yüzleşen bir neslin acısı, tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de kanayan bir yara olarak karşımızda duruyor. İnsan ömrü belki de gerçekten “kısa bir film” den ibarettir; fakat bu filmin sahneleri bazen bir kelebeğin sessiz kanat çırpışı kadar naif, bazen de eylül gecelerinin karanlığı kadar boğucu olabilir. Geçmişin hayaletleri, bugünü ve yarını kemiren görünmez eller gibi üzerimize çöker. Tarih boyunca nice şehir kana bulanmış, nice resimler yarım kalmıştır. Nakkaşın artık yeni desenler çizmemesi, yalnızca bireysel bir suskunluk değil; insanlığın topluca içine gömüldüğü karamsarlığın da sembolüdür.


Ve yine de bütün bu kederin ortasında, Havva’nın çıplak ayaklarıyla dolaştığı vadilerde yeni bebekler doğar. Her doğan çocuk, insana dair umudun yeniden yazılmasıdır. Ancak o çocukların büyüdüğü dünya, çoğu kez bezirganların çirkin yüzleriyle kuşatılmıştır. Kimi zaman düşüncelerimiz bile birer meta gibi alınıp satılır. İnsan, evrenin kapalı bir kutusu gibidir. İçinde sakladığı dört unsur —toprak, su, hava, ateş— her daim yeniden doğar, yeniden çığlık çığlığa varlık arar. Bu çığlık, bilinmezliğin en derin yerinde yankılanır. Bizi insan yapan da, belki tam olarak bu bitmeyen arayıştır.