“Acı acıyı çağırır. /Her şey üstünüze üstünüze yıkıldıkça bütün savunma duvarlarınız çöker. /Varoluşunuzla hesaplaşırsınız. /Geçmişe sığınmak istersiniz yıllardan kalan dizelerde./ Zaman cimridir/ Esirler belki günlerini/Yürü çocukluğunun sokaklarına /Dokuz yaşın şuracıkta kaç adımlık yol ki.../Ama çocukluğu hevesli kılan/ o güzel insanlar çekip gitmişlerdir erken./ Bir dondurucu kış perdesi gibi düşmüştür/ geçmişin sıcacık hikayesine ölümler ölümler ölecekler...../ Soğuktur zaman. / Kendini kimsesiz, korunaklı iç mağarana çekip/ yüzüne yüzüne vuran fırtınanın dinlemesini beklersin.” Önder Birol Bıyık

Acı, kendi yankısını arayan bir çığlık gibidir; bir kere içeri sızdı mı ardı ardına kapıları zorlar, taşkın bir nehir gibi yıkar insanın korunaklı duvarlarını. O an, kendini yalnızca dünyayla değil, varoluşunun en çıplak gerçeğiyle de karşı karşıya bulursun. Gözlerin, kaçacak bir yer arar ve yol hep aynı yere çıkar: geçmişin yumuşak dizelerine, çocukluğun ışıklı sokağına.

Ne yazık ki zaman, cömert olmayan bir ev sahibidir. Bir avuç günden fazlasını vermez insana; anılar ise çoktan tüketilmiş bir hazinenin kırıntıları gibi kalır. Çocukluk, belleğin kenarında parlayan bir masal ülkesi gibidir: birkaç adımlık yol, birkaç solukluk oyun… Ama o oyunları anlamlı kılan yüzler çoktan çekilip gitmiştir. Erken göçler, bir dondurucu kış perdesi gibi düşer belleğin sıcak anılarının üzerine. Kahkahaların yerine soğuk sessizlik, ellerin yerine boşluk kalır.

Gecmis 3

İnsan, böyle zamanlarda iç mağarasına sığınır. Dışarıda kopan fırtına yüzüne yüzüne çarpar; beklediğin şey yalnızca o gürültünün dinmesidir. Zamanın ayazına karşı tek sığınak, kalbin hatırlama kudretidir. Çünkü çocukluğun hatırası, hiçbir fırtınanın söndüremediği küçük bir kandildir: titrek ama inatla yanar.

Ve insan, her ne kadar bugünün soğukluğuna mahkûm olsa da bilir ki geçmişin sıcaklığı, en ıssız gecelerde bile içini ısıtacak tek ateştir.