İnsan, bir yaz günü gökyüzüne baktığında iki şeyi görmek ister: Bulutsuzluk ve umut… Oysa biz bu yaz gökyüzüne baktık, kararmış çam dumanlarının altında yanan yüreklerimizi gördük. Gökyüzü kirliydi… Ormanlar cayır cayır yanarken, "Türk Hava Kurumu’nun uçakları nerede?" diye sorduk. Cevap veren olmadı. Ya da öyle bir cevap verildi ki, biz gene hiçbir şey anlamadık.

Efendim, uçaklar emekli olmuşmuş… Parçaları bulunamıyormuş... Yangın söndürme mekanizması çalışmıyormuş… Eh, kimin mekanizması çalışıyor ki bu ülkede?

Eskiden Türk Hava Kurumu, çocukların ellerinde kurban derisi torbalarıyla zarf zarf koşturduğu bir kurumdu. Gökyüzüne bir anlam kazandırırdı. Şimdi o gökyüzünde sadece külleri var ormanların. Külleri ve çaresizliğin dumanı.

Bütün bu yangınlar arasında, “uçaklar uçamıyor” diye açıklama yapanlar oldu. Bense şöyle düşündüm: Eğer uçaklar uçamıyorsa, belki de bazı kafalar da uçamıyordur. Belki de havalanmayan sadece pervaneler değil, zihniyetlerdir.

Acaba bu anlayış mıdır, 10 canımızın cayır cayır yanmasına neden olan?

Şimdi size trajikomik bir tablo çizeyim:

Bir yanda cayır cayır yanan ormanlar...

Bir yanda pistte paslanmaya terk edilmiş THK uçakları...

Ve öte yanda bu uçakların neden havalanmadığını açıklarken gökyüzünü mucizevi bir karanlıkla örten bürokratlar.

*

Neden?

Nedir Türk Hava Kurumu'dan alıp veremediğiniz? Allah aşkına !Neresi, nerenize batıyor?

Yıllarca orman yangınlarına müdahale eden uçakları vardı. Son yıllarda hepsini hangarlarda çürümeye terk ettirdiniz. Kurumun içini boşalttınız.

Neden?

Yoksa Atatürk'ten yadigar olduğu için mi bütün bunlar? Bir türlü anlayamıyorum.

*

Muhteremler diyor ki; “Efendim, uçaklar eski.”

Evet. Gencecik ormanlarımız da eskiydi.

“Efendim, parçaları pahalı.”

Evet. Bir ağacın, bir sincabın, bir kelebeğin parası yok… O yüzden önemsenmiyorlar belki.

“Efendim, daha modern sistemler kiraladık.”

Peki o zaman neden hâlâ yanıyoruz kardeşim?

Bana bir zamanlar 'Akıl yaşta değil, baştadır' diyen rahmetli anamı hatırlattılar. O da yangın söndürme uçağı değildi ama gerektiğinde evdeki alevi bir kova suyla bastırırdı. Şimdi millet olarak evimizin çatısı yanıyor, ama biz hâlâ hangisi yerli, hangisi milli diye tartışıyoruz.

Özetle, sevgili dostlar…

Uçaklar yerde.

Ormanlar yanıyor.

Sorumlular gökyüzüne bakıyor.

Ve millet, külle yoğrulmuş bir çaresizliğin içinde “Neden böyle oluyor?” diye soruyor.

Kendimizi, uçakların pistteki gölgesine bakarak avutuyoruz.

Bir gün biri çıkıp o gölgeleri bile ihaleye çıkarırsa, şaşırmam.

Bu ülkede bazen gölgeden bile para kazanılır…

Ve insan, bu kadar alevin içinde hâlâ “Üzülme, bir gün her şey güzel olacak” diyebildiği için kendine de kızamıyor.

Sadece gözlerini kapatıyor.

Ve bir gökyüzü hayal ediyor…

Uçakların uçtuğu…

Ormanların yeşerdiği…

Ve aklın, liyakatin, vicdanın yerçekimini yendiği bir gökyüzü…

Ama neylersiniz, bizde bazen hayaller uçamıyor.

Hazır bu kadar “yanarken” memleket, belki de biz de yanan yerin değil, yanan zihniyetin haritasını çıkarmalıyız. Ne dersiniz?