Bizim memlekette, elit olmak kötü bir şeydir. Ama elit olmadan da kimse bir şey olamaz. Bu paradoksun içinde döner durur siyasetimiz. Yöneten elitler vardır; soyadlarıyla, okudukları okullarla, oturdukları semtlerle seçkindirler. Onlar, “devlet aklı” denilen o sisli kavramın gölgesinde, “ülkenin bekası”na sahip çıkanlardır. Devleti halktan, halkı devletten koruma görevini kendi üzerlerine almışlardır.

Bir de yönetilen elitler vardır; onlar da halkın içinden çıkmış ama halktan uzaklaşmış olanlardır. Kendisini hâlâ “bizden biri” zanneder, ama artık konuştuğu dil de giydiği gömlek de oturduğu koltuk da değişmiştir. O da halkı sever, ama uzaktan… Ve mümkünse seçimden seçime.

Siyaset, bu iki elitin, “yani yöneten ile yönetilenin” bitmeyen dansıdır aslında. Birisi kontrol eder, diğeri ikna eder. Biri “sistemi korur” diğeri “sistemi değiştiriyormuş” gibi yapar. Ve biz; yani sahnenin seyircileri, her seçim döneminde onları alkışlamakla yetiniriz.

***

Bu ülkede halkın sesi gürdür ama yankısı cılız çıkar. Çünkü kararlar tepede alınır, sloganlar aşağıda atılır. Herkesin demokrasi dediği şey, aslında bir tür “elitler arası nöbet değişimidir.” Yani, muktedirlik bir süreliğine el değiştirir, ama düzen hep aynı kalır. Yöneten elit, muktedirdir ama korkaktır. Yönetilen elit, muhaliftir ama çıkarcıdır. İkisinin de ortak noktası, halkın gerçek sesini sadece politik süs olarak kullanmalarıdır.

Bir bakarsınız, bir zamanlar muhalif kürsülerde gürleyenler, iktidar koltuğuna oturduğunda sesini keser. Çünkü koltuk onları değiştirmiştir ve içindeki “iktidar açlığını” büyütmüştür.

Demokrasimiz, bazen halkın iradesinden çok, elitlerin sabrına bağlıdır. Halkın talepleri “stratejik önceliklerle” dengelenir. Ve biz yine bir seçim sabahı, değiştiğini sandığımız bir düzenin aynı dekorlarını izleriz. Değişen sadece yüzlerdir…

Yöneten elitler, yönetilen elitler… Biri “devletin sahibi” diğeri de “halkın temsilcisi” olduğunu iddia eder. Ama ikisi de çoğu zaman, halkın aslında sadece bir fon olduğunu unutur. Günün sonuna gelindiğinde ise bu ülkenin en sade insanı; yani o sabahın köründe minibüse binen işçisi, tarlasına inen köylüsü, kahvede gazete okuyan emeklisi, aynı sözü geçirir içinden;

“Yahu, bu elitler değişiyor ama bizim hayatımız neden değişmiyor?”

Oysa yanıt basittir… Çünkü bu memlekette iktidar, halkın değil; iktidar olma sanatını en iyi bilenlerin elindedir. Ve onlar, hem yönetmeyi hem de yönetiliyor gibi görünmeyi çoktan öğrenmişlerdir.