21 Mart 2008 sabahı…

İnsanın içini ürperten, horozların bile ötmekten utandığı saatler…
Telefon çaldı.
“İlhan Selçuk gözaltına alındı” dediler.

O gün; bu ülkede aydın olmanın, bedelsiz bir mücadele olmadığını bir kez daha anladım. Devlete çöreklenmiş “Feto çetesi”nin operasyonlar süreciydi… Bir yanda çağdaş hukuk, öte yanda, yalanlar, iftiralar, inkarlar ile “telekulaklı dosyalar”

Ve ortada, Cumhuriyet Gazetesi’nin başında dimdik duran bir adam; İlhan Selçuk.

Gözaltına alındığı gün, sabahın ilk saatinde bile sırtını yasladığı tek şey vardı:
sadece vicdanı... Ve işin trajik yanı şuydu; kendi vicdanı vardı ama karşısındakilerin sadece görev tanımı…

***

İlhan Ağabey!

Gözaltına alınıp sonra serbest bırakıldığın günlerde kaleme aldığın bir yazıda; “Halk arasında hangi yüzle dolaşacaksın?” diye sorduğun Zekeriya Öz’ü hatırlıyor musun? Hani o zamanlar Başbakanın sahip çıktığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Zekeriya Öz… Hani o günlerde, bazen ekranlara çıkıp hukuk dersleri veriyordu ya… Bugün fare deliği bile bulamıyor. Yüzü; gidecek yerden daha dar artık. Ve Türkiye’de bile değil…

1990’larda seninle aynı çatı altında çalışırken, bir gün bana “Hep aynı şeyleri yazıyoruz İdris ” demiştin. “30 yıl önce ne yazdıysak, bugün de aynısını yazıyoruz.” Ben de gençliğin verdiği aymaz cesaretiyle, “Demek ki hiçbir yere varamamışız” demiştim. Kızdın, tepki verdin önce… Sonra sustun… Ve ardından gözlüğünü çıkarıp şu cümleyi kurdun; “Hep öğreniyoruz… Ama ne zaman bileceğiz?”

İşte o cümle var ya... Bir milletin kendi hatalarına dahi romantik bakmayı beceremediği sürece, bilginin ne kadar yetersiz kaldığının özetiydi…

***

“Tehlikenin farkında mısınız?” diye sorup durdun yıllarca… Her yazında, her cümlede... Ama bu memleketin en önemli alışkanlığı; tehlikeye “ancak başına geldikten sonra” isim koymasıydı…

Sonra ne mi oldu? Gelen dalga, yalnızca seni değil, seni duymayanları da sürükledi.

İtiraf etmeliyim ki gevşek davrandık. Hep bir umut vardı ya içimizde... O umut, çoğu zaman aptalca bir rahatlıktı aslında. Ne yazık ki “Bir şey olmaz”a sarıldık. Ve en büyük şeylerin olmasına hep göz yumduk. Şimdi, ülke bir hayal kırıklıkları coğrafyasına dönmüş durumda. Sen gideli 15 yıl oldu ve yoksun. Köşen boş... Fikrinin yeri dolmadı. Kaleminin yüreği hâlâ aranıyor. Buna rağmen; senin yıllar önce yazdığın o köşe yazılarının altına bugün imza atacak milyonlarca insan var.

İlhan Ağabey; sen bu “Atatürk Cumhuriyeti”nin yürüyen vicdanıydın. Ve bugün, vicdanı olmayanların dünyasında, bir vicdan olarak anılmak sanırım onurların en büyüğü olsa gerek. Ruhun şad olsun, aydınlanma neferi ! Karanlığın içinden bir mum gibi geçtin. Ve biz seni ışığın yokluğunda çok daha iyi gördük.