Türkiye’de Kürt Sorunu, ülkede cumhuriyet düşüncesinin demokratik bir rejime dönüştürülmesinin önündeki en önemli engellerden birisidir. Kürt milliyetçi hareketinin Türk ulus-devleti düşüncesine ve pratiklerine yönelik eleştirileri 1980’li yıllarda PKK’nın faaliyete geçmesi sonucunda silahlı bir karşı çıkışa dönüştü. Nitekim 1992 yılında Milli Güvenlik Kurulu ilk defa olarak yaptığı iç tehdit değerlendirmesiyle PKK terörizmini resmen bir ulusal güvenlik tehdidi olarak tanımladı. Bu zamana kadar Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri PKK terörizmini ve/veya Kürt Sorunu’nu çözebilmek için kimi zaman güvenlikçi kimi zamanda siyasi çözümü ön plana alan ve içerisinde bireysel ve kolektif hak ve özgürlük düzenlemeleri içeren girişimler arasında savrulmuştur.

***

Son olarak, 22 Ekim 2024 tarihinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin TBMM çatısı altında Abdullah Öcalan’a umut hakkından, DEM Parti Meclis Grubu’nda ülke insanına seslenmesi gereğinden ve PKK’nın kendisini lağvetmesinden bahsetmesi pek çoğumuz için büyük bir şaşkınlık yarattı. Cumhur İttifakı’nın en üst yetkilileri dahi bir süre durup beklemek durumunda kaldılar. Çünkü Bahçeli’nin cümleleri ülke kamuoyu için oldukça hassas kişi, örgüt ve beklentileri içeriyordu. Bu şaşkınlık hali, söz konusu çıkışın “derin” devletin içerisinden yükseldiği ve son dönemde Suriye İç Savaşı kapsamında yaşanan bölgesel gelişmelerle birlikte değerlendirilmesi gerektiği şeklinde olumlandı. Oysa Türkiye’de Kürt sorunu, en özet haliyle devlet-toplum bağlaşmasının istenilen düzeye getirilememesinin, ülkedeki demokratikleşme sorununun ve sosyo-ekonomik gelişim sorununun bir sonucudur. Bir diğer değişle Kürt sorunu öncelikle Türkiye’nin içsel dinamiklerinden etkilenmiştir. Yine de bu sorununun dışsal boyutları olduğu gerçeğini görmezden gelmemek gerekir.

***

Osmanlı’nın son yıllarına kadar geri götürülebilecek bir tarihi derinliğe sahip olan Kürt sorununa yönelik Devlet Bahçeli’nin 18 Mayıs’ta TBMM’de bir “Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu” kurulması önerisi, Kürt sorununun çözüm yeri olarak TBMM’yi işaret etmekte. Bir önceki çözüm sürecinde yapılan ve asıl muhatap olarak PKK’yı gören yaklaşımdan Öcalan’ı ve Meclisi ön plana çıkaran bir yaklaşıma geçildiği görülmekte. Bu elbette metodolojik bir tercih. Kürt sorununun çözümü yöntemle birlikte esasta atılacak adımlara bağlı. Bu anlamda Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın kabulü, kayyum uygulamalarına son vermek ve siyasi görüşleri nedeniyle cezaevinde olan Selahattin Demirtaş gibi siyasetçilerin özgürlüklerine kavuşması atılabilecek güven artırıcı ilk adımlar olabilir. Bu tür adımlar taraflar arasında mesafeyi kapatacak ve soruna barışçıl bir çözüm bulma umutlarını daha da güçlendirecektir. Aksi takdirde sürecin başarıya ulaşması beklentisine sahip herkesin aklında tek bir tarih vardır: 7 Haziran-1 Kasım 2015. Çünkü ancak devlet-toplum bağlaşmasının güçlü temellerde yükselmesiyle Türkiye gerçekten güçlü bir devlet olacaktır.