Hiç kimse elindeki siyasi gücü bırakmak istemez. Hele hele de “şu ya da bu şekilde” ülkeyi yönetme adına elde ettiği iktidar gücünü…

Belki de demokratik toplumlardaki tüm istikrarsızlığın ve mutsuzluğun nedeni de budur. İktidar sahiplerinin sıkı sıkıya sarıldığı koltukları “sanki babasının tapulu malıymış gibi” ipoteği altına alma gayreti ya da anlayışı…

Ve bir bakmışınız ki süreç içerisinde “tatminsizlik” ve “ben şuuru” ağır basmaya başlamıştır. “Ben olmazsam olmaz” ya da “Bana mecburlar” anlayışı tüm benliklerini sarmıştır. Güç zehirlenmesine yakalanmışlardır. Başarısızdırlar ama başarısızlığı asla kabul etmezler. Kendi siyasal düşüncesi dışındakiler ile paylaşmayı sevmezler. Hep kendilerine ve yandaşlarına paye çıkarırlar.

Acaba bilmezler mi ki; kendilerinden önce o makamlarda başkaları vardı. Ve kendilerinden sonra da başkaları olmaya devam edecek? Bu bir bayrak yarışıdır. Ve bu yarışta ben değil, biz vardır. “Ben varsam var dünya, ben yok o da yok” denebilir mi?

Bir Şaman öğretisi der ki;

“Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz… Toprak kendisi için doğurmaz, rüzgar kendisi için esmez… Nehirler kendi suyunu içemez, ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez… Güneş kendisi için ısıtmaz…Ay kendisi için parlamaz, çiçekler kendileri için kokmaz… Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz… Birbiri için yaşamak, doğanın en temel kanunudur. Ve nihayetinde; ben, biz olduğumuz zaman ben olurum… Ben, ben olduğum için sen sensin…”

Hal böyleyken; nedir bu yaşananlar, bu neyin kavgasıdır?