Nedir bu insanın içten içe çürüyüşü?

Eğer bir toplumda adalet zedelenmiş, samimiyet kaybolmuş, vicdan susmuşsa, orda birey de zamanla içten içe çökmeye başlar.

Bireyin bu çöküşü bir salgın gibi yayıldığında zamanla toplumun kendisi de çürümeye başlar. Bu çürümenin temelinde bireylerin ‘biz’ bilincinden uzaklaşarak yalnızca kendi çıkarlarını gözeten bir bencilliği yatar.

Liyakatin yerini kayırmacılık, dürüstlüğün yerini aldatma, ortak faydanın yerini kişisel menfaat aldığında, toplumun temelleri sarsılır.

Kurumlar varoluş amaçlarından saparak, içi boşaltılmış birer kabuğa döner. Adalet dağıtması gereken hukuk, güçlünün sopası haline gelir.

Bilgi üretmesi gereken eğitim ise vasatlığı yücelten bir çarka dönüşür. Ancak bu çürüme, toplumun kaderi değildir. Çözüm yine bireyin kendisinde, vicdanının sesini duymasında ve ‘ben’ hapishanesinden çıkarak, ‘biz’ diyebilmesinde saklıdır. Bu her şeyden önce bir ahlaki uyanış ve irade gerektirir.

Çürüme nasıl ki bireyde başlayıp yayılıyorsa, yeniden doğuşta adaleti ve dürüstlüğü hayatının merkezine koyan bireylerin omuzlarında yükselecektir.

Unutulmamalıdır ki; en karanlık gecenin ardından söken şafak, o karanlığa inatla direnenlerin eseridir !

***

Yukarıdaki yazı bana ait değil. 1901 yılında Servet-i Fünun yazarlarından Mehmet Rauf’un o tarihlerdeki Osmanlı toplumunun (Padişah II. Abdülhamit dönemi) değer yargılarına dönük tespitlerinden alıntıdır…

Mehmet Rauf, Türk edebiyatının ilk “psikolojik roman”ı kabul edilen “Eylül” adlı kitabında o günkü toplumsal hastalığı böyle anlatıyor… Ve aradan 124 yıl geçti, 2025 yılındayız… Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı, yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

Düşünüyorum da yüz yılı aşkın bir süredir, toplumsal yapımızda ve değer yargılarımızda ne değişti ya da değişen ne oldu?

İşte, bir türlü yanıtını arayıp bulamadığımız soru bu !