Bazen gitmek gerekir. Herkes için… Misafir için de ev sahibi için de… Hele ki misafir, evdeki sandalyeyi koltuğa, koltuğu tahtına, tahtı da “babasının malı gibi” ipotek altına almışsa…
İlk çayı içerken hoş geldin dersin, ikinci çayı içerken “daha çok muhabbet var” diye düşünürsün, üçüncü çayı içerken, artık göz ucuyla saate bakarsın.
İşte biz de halk olarak yıllardır saatimize bakıyoruz. Sen fark etmiyorsun belki ama dakikalar değil, yıllar geçiyor.
Git… Giderken yanına bolca vaat al; nasıl olsa ağırlık yapmaz. Zaten hepsinin içi boş ve havadandılar..
Git…O kürsülerde halkı ne kadar sevdiğini söylediğin cümleleri de yanına al. Kalırlarsa, belki bir gün birileri inanır da utanırsın. Koridorlarda yürürken, tok ama hiçbir yere varmayan ayak seslerini de unutma. O sesler, artık sadece temizlik görevlilerine moral veriyor. Ve şu “biz olmasak siz olmazdınız” tavrını paketle, naylona sar, götür. Gümrükte açmazlar, merak etme!
Tarihte bütün iktidarlar, en güçlü olduklarını sandıkları anlarda çürümeye başlamışlardır. Roma, zafer alaylarının en coşkulu günlerinde çatırdamaya başlamıştı. Osmanlı, hâlâ “payitaht” diye övünürken kaybedilen toprakların, gücün ve güvenin yankısını dinliyordu. Şimdi sen de hâlâ alkışlandığını sanıyorsun öyle mi? Aslında salonun çoktan boşaldığını fark etmemekte inat ediyorsun. Oysa seyirciler çoktan gitti ! Oyun bitti ve perde kapandı.
Git… Çünkü tarihin tozu, kibirle yürüyenlerin ayakkabılarına çabuk yapışır.
Ve biz o tozu silkeleyip silmeyi çoktan öğrendik.
Git artık ! Aynı palavralara karnımız tok. Kendini ve kendin gibileri de beraberinde götür! En doğru ve yakışan işi yapmış olursun.