Son yıllarda ormanlarımızın, zeytin bölgelerimizin, sahil ve koylarımızın, doğal güzelliklerimizin, tarihi ve turizm değerlerimizin halini bir görseniz, savaş sonrasının enkazına benzer bir manzara ile karşılaşırsınız. Ankara’dan izni kapan, gözünün kestirdiği yerleri maden arayacağız, altın bulacağız, ekonomik ömrünü tamamlamış termik santrallere kömür çıkaracağız diye hallaç pamuğu gibi atıyor. Yerleşik köyleri haritadan siliyor, köylünün zeytinliklerini ve malını mülkünü, evlerini bahçelerini elinden alıyor da, kimsenin kılı bile kıpırdamıyor. Mağdur insanlarımız, çaresiz köylülerimiz, bağı bahçesi elinden gitmiş yurttaşlarımız Ankara’ya koşuyor, Meclis’ten medet umuyor, tüm ormanları ve zeytinlikleri tehlikeye düşürecek yeni yasaya da engel olmaya çalışıyor ama nafile…

Evet Türkiye’nin enerjiye ihtiyacı var. Yeraltı kaynaklarını da değerlendirecek elbette. Ama böyle olmaz ki, böyle de yapılmaz ki.. Doğaya savaş ilan etmeden de ,doğayı mahvetmeden de yararlanmak mümkün madenlerden. Her yere saldırarak, tüm doğal değerlerimizi biçerek, tarım alanlarımızı perişan ederek, ormanlarımızı ve zeytinliklerimizi talan ederek enerjiye kaynak yaratmak, akıllıca bir iş olabilir mi? Dünya doğaya verdiği telafisi olmayan korkunç zararı görerek, yıllar önce güneş enerjisine yöneldi. Artık ileri ülkelerin tümünde tüm çatılar güneş panelleriyle, tüm boş araziler güneş tarlalarıyla bezendi. Kaldı ki oralarda, Türkiye’deki güneşin onda biri bile yok. Şimdi biz de güneşten yararlanmaya başladık ama, attığımız adımlar ve yaptığımız yatırımlar kaplumbağa hızıyla ilerliyor.

Doğaya ilan edilen savaşın en hızlısı, en yoğunu Ege bölgesinde ve de özellikle Muğla ve çevresinde yaşanıyor. En küçük noktalarına kadar altı üstüne getiriliyor Muğla’nın. Ne ormanı kalıyor, ne zeytinliği nede verimli tarım arazileri. Tüm sahilleri ve koyları da bu savaştan nasibini alıyor. Mermer diye ilin altı üstüne getiriliyor. Nerdeyse şehrin içini bile kazacaklar. Kömür diye dağlar, tepeler, ormanlar, zeytin varlığı dümdüz ediliyor. Felspat madeni için Güllük bölgesi, Beşparmak dağları ve antik Latmos çevresi mahvoluyor. Kıyıkışlacık’taki çok değerli İasos antik kenti gözden çıkarılıyor. Güllük’te iki yat limanı varken, şimdi şehrin içine üçüncüsünü yapmaya kalkıyorlar. Yine Güllük’te maden ihracı için mevcut bir liman varken, şimdi ikincisi için uğraş veriyorlar.

Güzelim koylarımızda Allah’ın yarattığı doğal marinaları bozup, beton marinalarla dolduruyorlar köyleri..Karacasöğüt ve Selimiye bunun en çarpıcı örneği. MUÇEV diye kurulan yarı resmi bir örgüt, peş peşe mahkemeleri kaybedince şimdi isim değiştirerek, Çevre Ajansı diye doğayı, koyları ve sahilleri mahvetmeyi sürdürecek. Bunların hepsi gözlerimizin önünde oluyor, bunlardan kimlerin nemalandığını hepimiz biliyor ve görüyoruz ama, çaresizlik içinde bir şey yapamıyor sadece seyretmekle yetiniyoruz. Oysa sorun öylesine korkunç ve öylesine sınır ve engel tanımaz şekilde gelişiyor ki, vakit kaybetmeden mutlaka engel olmak ve hemen durdurmak gerekiyor.

Türk’ün aklı gözüdür. Anlattıklarımı gidip mutlaka görmek lazım. Görmek lazım ki facianın ve doğaya açılan savaşın korkunç boyutları görülebilsin. AKP Genel Başkanı televizyonlarda doğaya yaptığı hizmetleri ve diktikleri milyonlarca çam fidanını anlatıp duruyor. Zaman ayırıp yazdığım bölgeleri gezse, yapılan tahribatı görse, şimdiye kadar söylediklerini geri alır ve doğaya açılan savaşı anında ve yerinde durdurur. Ama bence eşi Emine hanım görmeli durumu. Çünkü Emine hanım sıfır atık projesine verdiği büyük emekle, çöpleri ayrıştırma çalışmalarına yaptığı büyük destekle ve Birleşmiş Milletlerdeki etkili konuşmalarıyla çevreye eşinden daha fazla önem veriyor, korunması için çaba sarfediyor. Bence Emine hanım bölgeye bir gezi yapmalı, sorunları yerinde incelemeli, tepkilere ve çığlıklara kulak vererek, giderek hızlanan doğa savaşının iyice tırmanmasını frenlemelidir.