Gelecek Partisi Lideri Ahmet Davutoğlu, siyasal bir aktör olmasının yanı sıra İslami kesimin yetiştirdiği en önemli düşünce adamlarından biridir aynı zamanda…
Bir süre önce Halk TV’deki söyleşide, konu ‘Siyasal İslam’a gelince, Peyami Safa’ya atıfta bulunarak, Fatih-Harbiye çelişkisinden söz etti.
****
Fatih-Harbiye romanını yeniden okumuştum.
Türk yazınsal yaşamının önemli konuları arasındadır Doğu-Batı sorunsalı…
“Batı’nın bilimini, tekniğini alalım, yozlaşmış kültürünü çukura atalım” diyenlerle, “Batı bir bütündür, o bilim ve tekniği yaratan iklim, Batı kültürüdür” diyenler arasında sürekli bir tartışma süregelmiştir.
Peyami Safa’nın “Fatih-Harbiye” yapıtı, bu bağlamda birinci tezi savunanların romanıdır.
Koca bir coğrafyanın yarattığı kültürü İstanbul’un iki semtiyle simgeleştirmiştir Peyami Safa…
Fatih, geleneksel kültürü; Harbiye-Beyoğlu ise “Modern Batı” kültürünü temsil etmektedir.
*****
Edebi değerini edebiyat eleştirmenlerinin değerlendirmesine bırakarak, içeriğine ilişkin düşüncelerimi paylaşayım.
Peyami Safa, romanın kahramanı, “Batı’ya heves eden” Neriman’a şunları söyletiyor:
“Oturduğum mahalle, oturduğum ev, konuştuğum adamların çoğu sinirime dokunuyor. O Fatih Meydanı’nın önünden geçerken meydan kahvelerinde bir sürü işsiz güçsüz, softa makulesi adamlar oturuyor. Biraz temizce giyindin mi insanın arkasından fena fena bakıyorlar, kim bilir neler söylemiyorlar, insan yolda bile rahat yürüyemiyor. Sonra o dükkanların hali nedir? Adım başında aşçı ve kahve. Erkeklerin işi gücü kahvede, caminin önünde oturup sokağı seyretmek…”
Bunun neresi yanlış?
Bugün bile bir kadınının Anadolu’nun bazı kentlerinde sokakta rahatça dolaşması sözkonusu değil mi?
KEDİLER VE KÖPEKLER!
Peyami Safa’nın yapıtındaki en ilginç ve dikkat çekici benzetme-metafor “Doğu-Batı” çelişkisini kediler ve köpeklere ilişkin olanıydı:
“Neriman düşündü ve bir anda Şarklıların kedileri ve Garplıların köpekleri niçin bu kadar sevdiğini anladı. Hıristiyan evlerinde köpek ve Müslüman evlerinde kedi bolluğu şundandı: Şarklılar, kediye; Garplılar köpeğe benziyorlar! Kedi yer, içer, yatar, uyur, doğurur; hayatı hep minder üstünde ve rüya içinde geçer; gözleri bazı uyanıkken bile rüya görüyormuş gibidir; lapacı, tembel ve hayalperest mahluk, çalışmayı hiç sevmez. Köpek diri, çevik, atılgandır. İşe yarar, birçok işlere yarar. Uyurken bile uyanıktır. En küçük sesleri bile duyar, sıçrar, bağırır.
*****
Neriman’ın bu tezine karşılık romandaki “Baba” karakteri, “Acaba her oturan adam tembel, her koşan adam çalışkan mıdır?” sorusunu yönelttikten sonra şunları söyler:
“Kimi adam vardır ki, sabahtan akşama kadar oturur ve düşünür. Onun bir hazine-i efkarı vardır, yani fikir cihetinden zengindir; kimi adam vardır ki sabahtan akşama kadar ayaküstü çalışır, mesela bir rençber, fakat yaptığı iş dört tuğlayı üst üste koymaktan ibarettir. Evvelki insan tembel görünüyor, velakin çalışkandır; diğer insan çalışkan görünüyor, velakin yaptığı iş sudandır. Zira biri maneviyat ile zihin gayreti ile yapılan iştir; öbürü vücut ile bedenle yapılan iştir. Maneviyat daima daha alidir (Yüce), vücut sefildir.”
Safa’nın miskinliği öneren, onu yücelten bu bakış açısı çağı anlamaya uygun mu acaba?
****
Peyami Safa bu noktada Neriman’ın arkasında duran saati Harun Reşit zamanında bir Şarklı’nın icat ettiğini söyleyerek, aslında Doğu kültüründe de bir takım üretimler olduğunu söylemek istiyor ama sonuç ortada…
Dün ve bugün yeryüzünün bilimsel-teknolojik gelişmelerinin yüzde 99’u Batı’ya ait!
Biz kullanıcı ve tüketicisiyiz sadece…
****
Aynı sayfada (43) gerçeklere hiç de uygun düşmeyen bir cümle daha var:
“Bir İngiliz kızına Sadi’yi sorsan bilir, sen Şarklı olduğun halde bilmezsin!”
Bu Sadi’yi bugün İngiliz’in bu özel eğitim almayan bir teki bilsin, 28 dişimi kırar, Peyami Safa’nın mezarına koyarım!
****
Gerçi Peyami Safa kitabın bir yerinde “Batı”nın üstünlüğünü şu sözlerle kabul ediyor:
“Taş ev tahta evden, elektrik petrolden, otomobil arabadan(Burada kastedilen atlı araba Y.B), makine hayvandan ve lavanta hacıyağından daha iyidir.”
*****
Yapıtın sonunda Yazar Safa, “Garp ile Şark”ın bir sentezini öneriyor. Ki, öngörüsünün doğru çıkmadığı şu cümlelerden belli değil mi?
“Her gün biraz daha makineleşen zavallı Amerikalı’nın, her gün biraz daha kuruyan muhayyilesi, yarın saati icat eden yahut tayyareyi tasavvur eden bir Şarklı’nın yaratıcı kafasından mahrum kalacaktır.”
****
Hey koca Safa, Nazım Hikmet konusunda nasıl yanıldıysan, Amerika konusunda da yanıldın!
Amerika, bilim, teknoloji ve sanat dallarında öylesine “hayalini” çalıştırdı ki, dünyanın tek egemen gücü oldu.
Senin Şark, yerinde saymaya devam ediyor.
SOLCUNUN GÖZÜYLE PEYAMİ SAFA!
Yalçın Küçük solu ne kadar temsil eder bilemem ama Peyami Safa konusunda yazdıkları ilginç:
“Bizim Kemal Tahir’i biz solcular okurduk. Kemal Tahir solcuların başıydı. Devlet Ana büyük bir sol kitaptır. Mehmet Ali Aybar’la Bülent Ecevit beraber okurlardı. Buna mukabil Peyami Safa’yı da sağcılar okurdu. Bir gün bana gece rüyamda geldi. Ben de öyle… Kemal Tahir’i ülkücülere verelim, Peyami’yi biz solcular alalım dedim. Şu anda Kemal Tahir ülkücülerin baş romancısıdır, Peyami’yi de biz okuyoruz…"
PEYAMİ SAFA’YA BİR YANIT YABANCIDAN GELDİ!
Peyami Safa’nın anlatımına somut bir gözlemi eklemek istiyorum.
24 Nisan 2019’da Yılmaz Özdil’in yazısında görmüştüm.
1929 yılında Mustafa Kemal’le görüşen Alman tarihçi Emil Ludwig, Türkiye’deki dönüşümü iki sözcükle tanımlamış:
“Bu topraklara ilk defa umumi harp sırasında gelmiştim, şimdi ikinci defa geldim. İki kelime öğrendim; çabuk ve yavaş. Eski devirde geldiğimde hayat pek hareketsizdi, arabacılara ‘çabuk’ demek mecburiyetinde kalıyordum. Bu defaki ziyaretimde öyle bir sürate şahit oldum ki, otomobilcilere ‘yavaş’ demek mecburiyetindeydim.”
Hangisi güzel?
Eski mi, yeni mi?
Doğu mu kazandı, Batı mı?