11 Temmuz 2025… Irak’ın Süleymaniye kentinde düzenlenen törende, yaklaşık otuz PKK mensubu silahlarını bıraktı. Kimi susturuculu kalaşnikoflar, kimi el yapımı düzenekler... Kameraların önünde yakıldı, sembolik bir "veda" sergilendi. Irak merkezi hükümetinden yetkililer oradaydı, Kürt Bölgesel Yönetimi sessizce destek verdi. Türkiye’den ise sadece gözlem düzeyinde, diplomatik dikkatle ayarlanmış bir temsiliyet... Açıklamalarda “barışa kapı aralayan büyük adım” denildi.

Barış...

Elbette ki silahlar sussun, kan dökülmesin, terör son bulsun! Canı gönülden isteriz bunu. Bu topraklar çok evlat verdi. Çok ocak söndü. Hepimiz biliyoruz: Artık yeter.

Bu millet barışın ne olduğunu unuttu neredeyse…

Şehit cenazeleriyle büyüyen çocuklar var bu ülkede.

Hâlâ gözyaşı dinmemiş analar, evladının fotoğrafına sarılıp uyuyan babalar, kardeşinin mezar taşını okşayan gençler var. “Barış geldi” diyerek bu acılar unutturulamaz.

Değerli okurlar, mesele şu: Bu barış kiminle yapılıyor? Kimin adına konuşuluyor? Süreç topluma anlatıldı mı? Sadece dağdan indirilen 30 kişilik bir grupla, ekran karşısında yakılan birkaç silahla bu milletin yüreğine su serpilebilir mi?

Unutmayalım ki bu mesele yalnızca Türkiye’nin meselesi değil. Irak’tan Suriye’ye, İran’dan Türkiye’ye uzanan geniş bir Kürt coğrafyasında şekilleniyor. Süleymaniye’deki bu adımın perde arkasında ne var? Hangi pazarlıklar yapıldı? Kim dahil edildi, kim devre dışı bırakıldı? İran ne diyor, ABD nerede duruyor, Barzani ve Talabani hangi pozisyonda? Bunları bilmiyoruz. Bilmediklerimiz, bildiklerimizden fazla.

Ankara ise bu sürece temkinli yaklaşıyor. Dışarıya olumlu mesajlar veriyor, içeride ise suskunluk hâkim.

Açık konuşalım: Devlet, milletle konuşmuyor.

Topluma “hazır olun, yeni bir çözüm süreci geliyor” demiyor. Bu sessizlik güven vermiyor. Üstelik daha önce yaşadık; süreçler yönetilemezse nasıl yıkımlara yol açtığını gördük. Çözüm adı altında verilen tavizler, şehirlerimize çukur olarak geri döndü. Binlerce polisimiz, askerimiz o süreçlerin bedelini canıyla ödedi.

Evet, biz bu vatanı seviyoruz. Her karışında bir şehidimizin kanı var. Türk milleti bu toprakları sadece sevmez, yaşar, korur ve gerekirse uğruna can verir. Barış istiyoruz, evet. Ama onurlu bir barış. Milletin kalbinin ikna edildiği, adalet duygusunun yerine geldiği, terörün sadece dağda değil, siyasette, şehirde, medyada da bittiği bir barış.

Sayın devlet yöneticileri… Barış, yalnızca diplomasi masasında değil; halkın kalbinde, adalet duygusunda, şehit analarının gözlerinde şekillenir. Eğer bu süreci bir "bölgesel denklem ayarı"na indirgerseniz, millet bu barışı sahiplenmez. Barış, ancak milletle birlikte inşa edilirse kalıcı olur.

Süleymaniye’de silahlar sustu. Temennimiz odur ki, bir daha asla konuşmasınlar. Ama biz millet olarak hâlâ soruyoruz: Bu barış gerçekten hepimizin barışı mı? Yoksa birkaç kişinin masasında alınmış, milletin gönlüne danışılmamış bir karar mı?

Vatan sağ olsun diyenlerin sesini duymadan, bu ülkede barış eksik kalır.