Bu sabah da diğer tüm sabahlar gibi kahvemi yaptım ve Twitter’ı açtım. Karşıma çıkan ilk haber beni çok duygulandırdı.
35 yaşındaki eski öğrenci lideri Gabriel Boric'in, Şili’de yapılan ikinci tur seçimlerde yüzde 56 ile ülkenin yeni devlet başkanı olduğu yazıyordu. Rakibi Alman asıllı sağcı Jose Antonio Kast’ın aldığı oy ise yüzde 44.
Hukuk eğitimi için 2004 yılında başkent Santiago’ya yerleşen Boric, burada sol öğrenci hareketine katılmış ve 2011 yılında Şili Öğrenci Federasyonu başkanlığına seçilmiş.
Boric 2011 yılında ülke çapında yüksek harçlara karşı düzenlenen kitlesel gösterilerde öne çıktı. 2014 yılından bu yana milletvekili. Sol öğrenci hareketinin lideri olarak ülke çapında düzenlenen protesto gösterilerinde önemli bir rol oynayan Boric, -kaderin cilvesi olsa gerek- diktatör Pinochet’nin sempatizanı olan rakibi Kast’ı sandığa gömdü.
Duygulandığım yer ise tam olarak burasıydı. Beni bir habere, bir fotoğrafa ve Neruda şiirine götürdü.
Haber 11 Eylül 1993 yılında yayınlanmıştı ve gözyaşları gözünde donan o fotoğraf o zaman beni çok etkilemişti. O dönem Cumhuriyet Gazetesi’nden kestiğim bir haberi arşivim arasında arayıp buldum. Onca yıldır sakladığım bu küpürün bugün zamanı gelmişti, sizlerle de paylaşıyorum.
Bruno Adrian imzalı haberde yazılanlar şöyle:
Yirmi yıl önce bugün Cumhurbaşkanı Salvador Allende, sabah erken saate Valparaiso’da denizcilerin ayaklandığı haberiyle uyandı. Başkent Santiago’daki La Moneda Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda en yakın arkadaşlarıyla toplanan Allende, önce topların, sonra tankların, sarayın camlarının birbiri ardı sıra patlamasına neden olan ateşini izledi. Sürgüne gitmesini öneren askerlere yanıtı, “Siz onur nedir bilmiyor musunuz?” oldu.
Öğleye doğu savaş uçakları sarayı bombaladı ve yangın çıktı. Bunun üzerine, Allende, arkadaşlarıyla son bir kez vedalaştıktan sonra onların çıkışa doğru yönelmelerini izledi ve Bağımsızlık Salonu’na girdi. Bütün kapıları kapattı, tabancasını çıkardı (Fidel Castro’nun hediye ettiği bir otomatik tabanca), başına doğru yöneltti, parmağını tetiğin üstüne koydu ve çekti. Uzun zaman tartışmalara neden olan bu intihar, bugün yaşayan ve kendisine en yakın kişiler tarafından doğrulanıyor. Bu kişiler arasında, cesedi bulan arkadaşı Dr. Patricio Guijon ve Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanı Carlos Jorquera da yer alıyor. Şili’nin sosyalizme yürüyüşü, 4 Eylül 1970’te Salvador Allende’nin yüzde 36’nın üzerinde bir oyla seçilmesiyle başladı. 3 yıl süren yoğun krizin ardından kanla sona erdi. Allende’ye, demokrasiye sahip çıkacak birisi olarak gördüğü için 23 Ağustos 1973’te Kara Kuvvetlerinin başına getirdiği General Pinochet ihanet etti. Ayrıca, seçilmesine yardım ettikten sonra sert bir muhalefet izleyip politik bunalımdan çıkışı olanaksız hale getiren Hristiyan demokratlar da generalin yanında yer aldı.
Cumhurbaşkanı, iki uç arasında bocaladı: Sosyalist deneyime her ne koşulda olursa olsun son vermek isteyen ABD tarafından desteklenen muhafazakar sağ ile devrimi başlatmak için çatışmayı kışkırtan aşırı sol. Cumhurbaşkanı, bazen olaylar tarafından aşılmış gözüktü. Bugün Carlos Jorquera, “Allende, bir yönetici olmaktan çok bir fikir adamıydı. Tarihe karşı sadık kalmak için intihar etti” diyor.
Ve o fotoğraf… Amerikalı foto muhabiri David Burnett tarafından çekilen o an ve o ana eşlik eden Neruda şiiri…
Pablo Neruda Şili Komünist Partisi tarafından 1969 seçimlerinde cumhurbaşkanlığına aday gösterilir ancak o yerini Allende’ye bırakır. Darbede Nobel ödüllü bu büyük ozanın evi de basılır, kitapları yağmalanır. Bir süre sonra öldüğü açıklanır. Gördüğünüz fotoğraf ise Neruda’nın cenaze töreninde çekilmiş. Hem ona hem Allende’ye ağlamak isteyenlerin gözyaşları pınarlarında donmuş ve o anı David Burnett yakalamış.
Bu yazının bitiş cümlelerini de Neruda’ya bırakalım, 'Unutmak Yok' şiirinden ve küpürde yer alan Tomris Uyar çevirisindeki şu dizelerle büyük ustayı ve Allende’yi analım:
Öyle çok ki ölüler,
Ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler
Ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler
Ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller
Ve öyle çok ki unutmak istediklerim…
Not:
“Şiir onu yazanın değil, ihtiyacı olanındır”
Yukarıdaki replikle hafızalara kazınan İngiliz yönetmen Michael Radford tarafından çekilen ve ülkemizde 1996 yılında gösterilen IL POSTINO filmini bir akşam izleyin derim. Film Neruda’nın hayatından hayali bir kesit alıntılıyor ve şiirlerine sık sık yer veriyor.
Filmin ilk gösterimi 1 Eylül 1994’te Venedik Film Festivali’nde yapılıyor. “Postacı”, “en iyi film”, “en iyi senaryo”, "en iyi yönetmen” ve “en iyi erkek oyuncu” dallarında Oscar’a aday gösterilmiş, “en iyi orijinal şarkı” dalında Oscar kazanmıştı.
Filmin senaristlerinden ve filmde postacıyı canlandıran başrol oyuncularından Massimo Troisi filmi tamamlayabilmek için kalp ameliyatını ertelemiş; film tamamlandığında kalp krizi geçirerek hayata veda etmişti.
Öldüğünde 41 yaşındaydı.
“El pueblo unido jamás será vencido”
Bu şarkı Allende’nin kampanyası sırasında kullanılan bir slogan imiş. Daha sonra sözleri Quilapayun tarafından yazılmış ve Sergio Ortega tarafından bestelenmiş.
Pinochet’nin darbesi sonrası Şili’nin rejime karşı direnişinin şarkısı oldu ve dünyada pek çok müzik grubu tarafından yorumlandı. Şarkı sosyalistler tarafından sahiplenildi ve Enternasyonel gibi dünyanın birçok ülkesinde özgürlük şarkısı olarak bayraklaştı.
Ne güzel ki bugün Santiago sokaklarında Şili halkı bu şarkıyı hep bir ağızdan söylüyor.
Evet "Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez"…