Demokrasi, yazılı kaynaklara göre, bundan 25 yüzyıl önce site devletlerinde uygulanan bir halk yönetimi rejimi olarak ortaya çıkmış olmakla birlikte, çok uzun yüzyıllar boyunca egemen olan büyük imparatorlukların dünyasında yer almamıştır. Rönesans, Reform ve Sanayi Devrimi sonrasında, ancak 17. yüzyılda Birleşik Krallık, Hollanda gibi Avrupa monarşilerin dedemokrasi yeniden uygulanabilmiştir. 18. yüzyıldan itibaren egemenliği halkta olması gerektiği savı yaygın kabul gördükçe çöken mutlak monarşiler yerine kurulan meşruti monarşiler veya cumhuriyetlerin içinde yeniden demokrasi rejimleri kurulmuş ve yaygınlaşmıştır. 2500 yıl önce temsili olmayan ve siyasal partiler eliyle uygulanmayan demokrasi, doğrudan belli bir yaşın üzerindeki özgür erkek nüfusun katılımıyla halkın kendi kendisini yönettiği bir rejim anlayışından, temsili bir uygulamanın partiler eliyle yürütüldüğü kadın, erkek ve genç herkesin katılımıyla halkın kendi kendisini yönettiği bir rejime dönüşmüştür. Bu dönüşümün sonunda demokrasinin işleyişinde yine halkın alınan siyasal kararları etkileyerek kendisini bu kararların içinde gördüğü bir anlayış ve uygulama, kısaca siyasal katılma temel bir süreç olarak işlev görmüştür. Siyasal katılma hem karar almada, hem halkın siyasal temsilcilerini seçmesinde etkili olmuş, hem halkın alınan siyasal kararları yeterli veya hakça görmediği zaman protesto eylemleriyle, yine bir katılma etkinliğinde bulunması suretiyle, yani muhalefet olarak ortaya çıkmıştır. Demokrasinin omurgası siyasal katılmadır.
Abraham Lincoln’ün demokrasi tanımı
Halkın halk tarafından halk için yönetimi olarak ABD eski Başkanlarından Abrahan Lincoln tarafından yapılan demokrasi tanımlamasında da vurgulandığı gibi halkın sürekli ilgisi ve etkin olarak eylemde bulunması demokrasinin yaşaması için temel koşuldur. Halkı oluşturan milyonların tek meşkalesi siyasal karar alınması ile sınırlı olmadığı için bu temel koşulun gerçekleşmesi her zaman mümkün değildir. Bu temel koşul aynı zamanda demokrasinin kolayca yozlaştırılması için bir zaafiyet veya kırılganlık oluşturur. Halkın ilgisinin sürekli ve yoğun olmadığı zamanlarda siyasal katılma düzey ve kesafet kaybeder. Bunun en belirgin örneği seçimlerde görülür. Seçmenin çoğunluğu olmasa bile önemli bir azınlığı seçimlere katılmadığı zaman, seçimlerde ortaya çıkan çoğunluk, seçmenin küçük bir azınlığına indirgenir. Bu durumda kayıtsız, ilgisiz, umursamaz seçmen kitlelerinin oluşturduğu bu kitle siyasal kararların alınmasında artık etkili de olamayacaktır. Bu durumda halkın yönetimi yerine bir azınlığın yönetimi söz konusu olacaktır ki buna demokrasi yani “demos’un / halkın” yönetimi demek zorlaşacaktır. Kolayca demokrasinin anlamı, sanki uygulama aynen devam ediyormuş gibi görünürken anlamını yitirme tehlikesi geçirir. Bu durum demokrasinin nasıl ve ne kadar kolay ve hızlı bir aşınmaya uğrayabileceğinin bir göstergesidir. Ancak, olay bu kadar sınırlı ve basit de değildir. Bu tür çok sayıda ve farklı içerikte örnek mevcut olduğundan bu sorunun ne derecede önemli ve hassas olduğuna biraz daha yakından bakmakta fayda vardır.
Demokrasi’nin Aşınması ve Çöküşü
Temsili demokrasinin en önemli yapılarından bir tanesi siyasal partilerdir. İki yüzyıl kadar bir geçmişe sahip olan siyasal partiler, çağdaş demokrasi gibi yeni yapılardır. Bu süre içinde çağdaş siyasal hayatın içinde hem demokrasilerde hem otokrasilerde önemli bir yer edinmişlerdir. Belli bir ideoloji, yaşantı biçimi ve çıkarı temsil eden siyasal partiler, doğal olarak demokratik toplumlarda sadece bir azınlığı temsil ederler. Oysa demokrasi halkın yönetimi olarak tüm toplumun, kamunun çıkarını temin etmek üzere kurulmuş olan bir rejimdir. Partizanlığın fevkalade arttığı bir ortamda, siyasal parti adeta bir spor kulübü veya bir hemşeri derneği gibi tutulan bir taraftar (fan) örgütüne (kulübüne) dönüşmektedir. O zaman siyasal parti tutmak ussal (rasyonel) bir olgu olmaktan çıkarak bir duygusal bağ, kimlik veya iman bağlantısı halini almaktadır. Nasıl ki bir Fenerbahçeli için on yıldan fazla süredir futbolda Fenerbahçe’nin Süper Lig şampiyonu olamaması ona olan destek ve yakınlığını ortadan kaldırmıyorsa, aynı içerikte olan bir duygusal bağlantı olarak siyasal parti tutmak duygusu da tutulan partinin siyasal iktidardaki her başarısızlığından etkilenmemektedir. İyi veya kötü yönetim bu şekilde tutulan bir siyasal parti için partilinin oyuna veya desteğine kolay etki etmemektedir. O zaman demokrasinin halka (kamuya) çıkar sağlamak için yönetim olarak işlemesi olanaksız hale gelmektedir. Halkın çıkarına olmayan, ona hizmetten çok zarar üreten bir yönetimin oy desteğiyle ayakta kalması demokrasinin halk için bir yönetim şekli olması ilkesiyle çelişmektedir. Partizanlık, özellikle derin duygusal bağlarla örüldüğünde demokrasi için bir işlevsel kolaylık olmaktan çıkıp tehdit haline dönüşebilmektedir.
Bir kişi bir oydur ilkesi
Bu konuda aşırı partizanlık kadar demokrasiyi yozlaştırabilen bir benzer olgu da siyasetçilere seçim kampanyalarının finansmanı için verilen finansal desteklerdir. Bu desteklerin miktarı arttıkça bu desteği verenlerin gücü ve siyasal kararlar üzerindeki etkileri de artmaktadır. O zaman, seçimlerin adil veya hakça olması için geçerli olan “bir kişi, bir oy” ilkesi ortadan kalkmaktadır. Milyon veya milyarlarca T.L. veya dolar seçim yardımı yaparak bir siyasal parti veya adayı seçilmesini sağlayanlar, bilahare bazı siyasal kararların alınmasında milyonlarca seçmenden daha etkin olabilmektedir. Örneğin, 2024 Kasım’ında yapılan ABD Başkanlık seçimlerinde, Robert Reich’ın X mesajında açıkladığına göre, 100 dolar milyarderi 2.6 milyar dolarlık seçim finansmanında bulunmuşlardır ve bu fonların %70 kadarı Cumhuriyetçi Parti’ye gitmiştir. 2025 yılının Mayıs ayında Congress’deki Cumhuriyetçi çoğunluk bir yandan bu zenginlerin vergilerini azaltırken, diğer yandan desteğe muhtaç durumda olan seçmenleri destekleyen programları iptal ederek onların fonlarını da bütçeye aktarmaktadır. Yoksuldan alıp en varsıllara servet aktarımı yapmaktadırlar. Reich’a göre ABD siyasal sistemi demokrasiyi terk ederek bir oligarşi’ye (seçkin azınlık yönetimine) dönmektedir. Vergi yasaları halkın yararına değil, varsıl bir küçük kesimin yararına değiştirilerek, zengin daha zengin, fakir de daha fakir hale getirilmektedir. Mali güce sahip olanların daha fazla söz sahibi olduğu bir uygulamada halk için değil, bir mali varsıl seçkin grubunun yararına yönetim söz konusu olmaktadır. Adeta seçimlerin finansmanıyla siyasetçiler satın alınmakta seçildikten sonra onlara bu desteği sağlayanların çıkarına hizmet etmeye başlamaktadırlar. Halk bu ilişkiler içinde yöneten olmaktan kendiliğinden ve sessiz sedasız çıkmakta; rejim de halkın halk için yönetimi olmaktan uzaklaşmaktadır. Siyasetin finansmanı düzenlenmesi (regulation) en zor alanlardandır ve demokrasiyi korumak için etkili düzenlemeler mevcut olmadığı sürece demokrasiyi aşındıran ve yozlaştıran bir etki yapmaları neredeyse kaçınılmazdır.
Medya manüpülasyonu
Demokrasinin halk için yönetimi olabilmesi için gerekli olan bir başka temel koşul da siyaset, ekonomi, toplum ve dünya ile ilişkiler hakkındaki bilgi ve belgelerin olabildiğince şeffaf bir biçimde seçmenin (halkın) dikkatine, hiçbir çarpıtmaya, değişikliğe, saklamaya uğramaksızın sunulmasının sağlanmasına dayanır. Tam, gerçek bilgi ve enformasyon seçmenin dikkat ve incelemesine sunulmadan seçmenlerin seçimlerdeki tercihleri halkın çıkarına olarak belirlenemez. Onun için gerek kötü niyetle yapılan medya manipülsayonu (disinformation), gerek sehven yapılan medya haberlerinin yayılması (misinformation) demokraside seçmenin karar almasını etkileyerek, onun istek ve taleplerine aykırı olan sonuçların ortaya çıkmasına neden olur. Bu durumda da gerçek dışı bilgi ve enformasyona dayalı olarak yapılan oy tercihleriyle, seçimler serbest ve adil bir süreçle gerçekleşse bile, halkın yararına bir netice doğmaz.
Seçimlerin serbest ve adil olmasını engelleyen her durum veya uygulama da demokrasinin halkın yararına çalışan bir rejim olmasını zora sokar. Serbest seçimler olmadan halkın düşüncelerini ifade etmesi, adayların kendi düşüncelerini, projelerini, parti programlarını anlatmaları mümkün değildir. Onun için ifade, toplanma, gösteri, dernekleşme, basın ve medya özgürlüğünün olabildiğince güçlü olması serbest seçimin koşuludur. Bu tür bir ortam olmadan gerçekler konuşulayamacak, serbest fikir teatisi oluşamayacak, halkın yararına bir seçim sonucunun oluşması da mümkün olamayacaktır. Adil kurallara göre yapılamayan bir seçim yarışında haklı rekabete dayalı olarak türeyen bir seçim neticesine ulaşılamaz. Haksız rekabet ise bazı çıkar ve ideolojilerin kayırılması, diğerlerinin baskılanması ile sonuçlanır ki bu durumda halkın (kamunun) çıkarının gerçekleşmesi yine mümkün olamayacaktır. Onun için gerek iktidar gerek muhalefet aday ve partileri aynı koşullarda rekabet edebilmeli, seçim kampanyalarında eşit koşullarda benzer olanakları kullanabilmelidir.
Seçimler adil ve serbest olarak yapılmış, tek kişi, tek oy ilkesi uygulanabilmiş ve disenformasyon veya misenformasyon söz konusu olmamış ise, seçim sonuçlarına herkesin saygı göstermesi esastır. Bu bir yazısız kural olarak kabul görmek durumundadır. Bu tür bir durumda seçim sonuçlarını tanımamak, onları değiştirmek için çabalamak, Yüksek Seçim Kurulu gibi bir düzenleyici kurul varsa, onun çalışmalarını etkileyerek farklı bir sonuç üretmeye çalışmak da demokrasinin halkın yararına ve halkın kararına dayalı bir uygulama olmasını zora sokar veya tamamen engeller.
Nihayet, demokrasi uygulamaları halkın yönetimi olabilmesi için, temsilciler vasıtasıyla da olsa, seçimlerden ibaret olmayan ve seçimler sonrasında da devam eden bir yönetim sürecidir. Bu ortamda da muhalefetin özgür, kısıtsız, herhangi bir taciz, zorlama veya usulsüz baskılamaya tabi olmaksızın çalışmasının sağlanması demokrasi için esastır. İfade, toplantı, yürüyüş, gösteri, dernekleşme, basın ve medya özgürlüklerinin bu dönemlerde de olabildiğince güçlü bir biçimde varlığının devamı halkın yönetimi için de esastır. Bu hususlardaki her aksaklık, eksiklik veya müdahale demokrasinin aşınması ve sonlanması için bir tehdittir. Bu koşulları korumak ve kollamak her seçmenin de görevidir, yoksa halkın kendi kendisini yönetmesinin bir anlamı kalmayacaktır. Burada tekrar partizanlığın içeriği, ne ölçüde ussal olmayan bir duygusal temelde olduğu önemli bir rol oynayacaktır. Eğer özgürlükler ve haklarda bir aksama olursa, partizanlık yüzünden bunlara ses çıkartılmaz ve iktidarın bu konularda uyguladığı baskı ve sansüre destek verilerse, halkın tamamının (kamunun) yararına çalışan bir rejim olarak demokrasinin çalışması mümkün olmayacak ve demokrasi zedelenecek, aşınacak veya çökecektir.
Sonuç: Demokrasi bir Kurallar Rejimidir.
Demokrasi bir çok yazılı ve yazısız kuralın işlediği bir halkın kendi kendisini yönetimi uygulamasıdır. Bu kurallara uymamayı adet haline getirmek, hatta kuralsızlığı (anomie) adeta bir ulusal gelenek olarak yaşamak esas olduğunda demokrasi, ülkede çok sayıda legal siyasal parti de olsa, bunlar bir şekilde rekabet içinde yarışsalar dahi mevcut olmaz, olamaz. Demokrasi olarak yaşamak için halkın sadece seçimlere katılması değil, siyasal hayatı yakından takip edecek ilgiyi kaybetmeksizin siyasal hayata sürekli olarak katılması, kuralların çarpıtılmamasına özen ve duyarlılık göstermesi gereklidir. Bu yapılamazsa, demokrasinin kendiliğinden çalışabilecek herhangi bir seçim, çok partililik, temsil ve yönetim mekanizması olmadığını bilmemiz gerekir.
Kurala saygılı olarak yaşamak alışkanlığı olmayan, hatta hiçbir yazılı veya yazısız kuralın mevcudiyetini bile dikkate almayan, tam bir kuralsızlık veya ünlü sosyolog Emile Durkheim’ın ifadesiyle anomie içinde yaşamak, demokrasiyi hayata geçirmek için de yerleşik bir yaşantı haline dönüştürmek için de en önemli kültürel engeldir. Türkiye’de mevcut olan fevkalade yaygın anomik davranış alışkanlıkları nedeniyle de 1945 yılında başlayan demokratikleşme çabalarının başarı sağlanmasında zorlanılmaktadır. Birleşik Krallık 17. yüzyıldaki iç savaştan sonra, Parlamento’da egemen olan Britanya orta sınıfı (burjuvazi) ve onunla anlaşma sağlayan aristokrasinin üzerinde uzlaştıkları yazısız kurallar ortamında, bu kurallara siyasal seçkinler tarafından gösterilen saygı ve duyarlılıkla yazılı bir anayasaya bile gerek duymaksızın üç yüz yıldır demokrasi olarak yönetilebilmiştir. Tabii, demokrasilerin pekişmesi (consolidation) tek bir nedene bağlanamazsa da, özellikle siyasal seçkinlerin demokrasi rejiminin yazılı ve yazısız kuralları üzerinde anlaşmaları ve bu anlaşmaya saygılı olarak siyaset oyununu oynamalarının demokrasinin yerleşmesinde ve sorunsuz olarak sürmesinde önemli bir katkısı var. Buna siyaset bilimi yazınında demokrasinin pekişmesi için elit uzlaşması (elite settlement) denilmektedir. Üstelik bu demokrasinin kalıcı olması için ulaşılabilecek en kolay ve asgari bir aşamadır. Ancak, bu aşamaya ulaşmak için de ülkenin çeşitli siyasal kuvvetleri ve hiziplerinin demokrasinin yazılı ve yazısız kuralları (normlar) üzerinde uzlaşabilmesi, çıkarlarına gelmediği zaman kuralsızlığı tercih etmemeleri, siyasal sorumluluklarının bilincinde olarak seçmen bloklarına liderlik yapabilmeleri gereklidir.