Bazen düşünüyorum da; acaba bütün bunlar gerçekten bir "meşruiyet kâbusu" mu, yoksa siyasetin kadim alışkanlığı olan “kaybettiğin oyunu mahkemede kazanma” çabası mı?
Konumuz; CHP’nin bugün görülecek olan, 38’inci kurultayının “Mutlak butlan” (yok sayma) davası…
Gelin itiraf edelim; CHP, Türk siyasetinin bir tür ağır sıkletidir. Yani düşse bile yere yıkılmaz, ama sendeledi mi de yer sarsılır. Şimdi bu dava, tam da o sarsıntının eşiğinde bir sismik hareketlilik yaratıyor. Kazananı belli olmayan bir dava bu… Ama kaybedeni şimdiden ortada; muhalefetin güven inşası…
Eğer mahkeme "evet kardeşim, bu kurultay yok hükmündedir" derse, CHP'de başa dönmek sadece bir metafor değil aynı zamanda somut bir geri sarmadır.
Yok eğer mahkeme "hayır, kurultay meşrudur" derse; o zaman sadece dava değil, bu davayı açan siyasi refleks de hükmünü yitirir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun arkasındaki “sessiz ama inatçı teşkilat” damarları da yavaş yavaş kendi içine çöker.
Tüm bu yaşananlara tribünden bakan seçmen, “oyuna dair hiçbir şey bilmeyen yorgun bir seyirci gibi” takımı, yani CHP’yi sorgular…"Yine mi iç kavga, yine mi parti içi kurşunlar?" diye… Oysa demokrasi; birbirinin ayağına çelme takanlarla değil, birbirinin elini sıkanlarla inşa edilir.
Kurtuluş Savaşı’nın mürekkebiyle kurulan bir partinin, 100 yıl sonra bir kurultay tutanağıyla meşruiyet tartışmasına girmesi, sadece hukuki değil, aynı zamanda tarihsel bir hicivdir. Kendi gölgesiyle mahkemelik olan bir siyaset tarzı, halka nasıl güneş olabilir?
Bu bağlamda “Mutlak butlan” davası, belki teknik bir dava ama sonucunda bir ülkenin muhalefet enerjisini “geçersiz oy”a çevirecek kadar siyasal bir etkiye sahip. Ve bir ülkede muhalefet geçersiz ise iktidar zaten sınırsızdır.
Siyaset; bir mahkeme salonuna sığmayacak kadar büyük ve bir kurultaya hapsolamayacak kadar derindir. O derinliği yakalayamayanlar, sonunda kendi sığlıklarında boğulur. Çok şey gördük bu topraklarda…
Sözün özüne gelirsek; unutulmamalıdır ki en büyük butlan; halkın aklıyla dalga geçmektir.