YAŞAM

Kitap okumaya var mısınız?

Kitabın ilk ortaya çıkışı, insanın bilgiye verdiği değerin bir yansımasıdır. Kil tabletlerden dijital ekranlara uzanan bu uzun yolculuk, insanlığın düşünce tarihini de beraberinde taşımıştır.

Her kitap, geçmişin bir yankısı ve geleceğe bırakılmış bir izdir. Bugün elimizde tuttuğumuz her kitap, binlerce yıllık bir birikimin sessiz ama güçlü mirasını taşımaktadır.
İnsanlık tarihi boyunca bilgi, düşünce ve duyguların aktarımı büyük önem taşımıştır. Bu aktarımın en kalıcı ve etkili aracı ise kitap olmuştur. Kitabın bugünkü hâline gelmesi binlerce yıllık bir gelişim sürecinin sonucudur. Bu süreç, insanın “yazma” ihtiyacını fark etmesiyle başlamıştır.
Kitabın tarihi, yazının icadıyla doğrudan ilişkilidir. M.Ö. 3000’li yıllarda Mezopotamya’da Sümerler, düşüncelerini ve ticari kayıtlarını kil tabletler üzerine çivi yazısıyla kazımaya başladılar. Bu tabletler, bilinen ilk “yazılı belgeler” olarak insanlık tarihine geçti. Böylece, bilgi artık sözle değil, kalıcı bir biçimde kaydedilebiliyordu. Antik Çağ’dan Orta Çağ’a kadar kitaplar, el emeğiyle çoğaltılıyordu. Manastırlarda çalışan keşişler, sabırla her satırı el ile kopyalıyor, süslemelerle zenginleştiriyordu. Bu dönemin kitapları genellikle dini içerikliydi ve büyük bir emek sonucu ortaya çıkıyordu. Kitap az, pahalı ve değerlidir; sadece seçkin sınıfların ulaşabildiği bir bilgi kaynağıydı.
Johannes Gutenberg tarafından matbaanın icadı, kitap tarihindeki en büyük dönüm noktasıdır. 1455 yılında bastığı Gutenberg İncili, seri üretimle çoğaltılan ilk kitaptır. Bu gelişme, bilginin sadece soyluların değil, halkın da erişimine açılmasını sağladı. Rönesans düşüncesinin yayılmasında, bilimsel ilerlemede ve eğitimde matbaanın rolü çok büyüktür.


Pembe Zamanlar
Mehmet Rayman


“Okurlar arası bir yakınlaşmanın öncüsüdür şairler. Bir çeşit duygu değişimi diyebiliriz. Temiz bir kağıt üzerine dilimin gücünü koydum. Okurlarım bana hatırlatıyor şiirin ritmini. Kalıplaşmış söylemlerle okuru şiirden uzaklaştıranlara yakın olamadım. Okur, okuduğu şiirin evrenselliğine bakar” diyen şair Mehmet Rayman, ‘Yağmurun Uzun Saçlı Kızları’, ‘Pembe Zamanlar’ ve ‘Ferfere’ şiir kitaplarıyla okurları selamlıyor. Teknoloji o kadar hızlı bir şekilde hayatımızı sarmışken hala şiirle direnenlerden olan Mehmet Rayman, üretken şairlerimizden birisi. Rayman, “ Şiir, benim için anlamın dışında bir şeydir. Bulunduğum yerden başka bir alana geçiş yoludur. Yol arkadaşım da diyebilirim. Yalnızlık doğurur şiiri. Sanatın en atılgan dalıdır. İnsanın duruşundan başlar şiirin yazım aşaması. Bunca kederin dünyamızı sardığı bir yerde, hemen şiir girer araya. Hep güzellik taşımaz gittiği yere. Bazen bir direniş olur bazen yeni patlamış bir gül. Bir yerlere yazdığım şiirlerin ışığında kaldığım günler olur. Hep insana yöneliktir şiirin akışı. Bir durumu söylemiyle sonsuzlaştırmak şairin şiiridir. Kendi biçimiyle bunca insanın yanında olan şair, hiç kimse görmeden geçer acıların içinden. Öteki beriki demeden dokunur herkese. Şiirin havası daha çabuk sarıyor insanı. Zor olmasına karşın daha bağımsız bir eylemdir. Bu da beni etkileyen bir durumdur. Çabuk çıkışın güzelliğinde gelişir tutunduğumuz dallar. Böyle bir özgürlük ancak şiirle yaşanır. Şiirin yaşamsallığı, çekim gücü, geleceğin sezgisi , hepsi var şiirin içinde. Onun çevresinde dönen yalnız bir küre. İnsanların, denize bakışı suların en kırılgan tarafı. Dil üstü bir evrene kurduğumuz dizelerden başlarız güne. Kimse bir uçurum olamaz diğerine. Ay ışığı sarmalında göllenir bizim içtiğimiz sular. Bu çağrışımları yaşatan şiiri seçmekle hayatımın şekillendiğini gördüm. Şiiri güneşinde kurutuyor mendilimi” diyor.
“sazın bir teliydin
hiç kopmadın hayatta
saçının karası bile yavan kalır
nasırlı ellerin yanında
gül kırmızı yatağından geçer
döşüne çarpan kanlı gömleğin suları
kuş konumu komşuluklardan yoksunum
çiçeğimi çocuklar çizmiş dallara
bir nefes için neyimiz eksik
yaslandığımız ağacın gölgesine bağlıyız
kökümüzün durağından başka
gidecek hiçbir yerimiz yok hayatta” Mehmet Rayman

‘S’
Neval Savak

Şair-yazar Neval Savak, ‘S’ romanlıyla klasik ve kalıplaşmış isim başlıklarına tepkisini ortaya koyuyor. “Düşünce ve hayal dünyasını zenginleştirmek istiyorum” diyen Savak, geçmiş ve gelecekteki dünya hakkındaki öngörülerini Şiiri Özlüyorum Kitaplığı aracıyla, kitapseverlere anlatıyor.

‘S’ romanı hakkında yazar Savak, şu ifadeleri kullanıyor: “Ne düşünürsen düşün odur bu kitap. Varoluş, binlerce yıldan beri sorgulanır az bir kesim tarafından olsa da. İnsan, hep cevap arar. Fakat bu cevabı şimdiye kadar kimse bulamadı. İlk önce kendi iç dünyasına dönmesini. Orada gerçek kendisiyle tanışmasını. Şeyleri sorgulamasını ve şeyler üzerine kendi yargılarını yaratmalarını istiyorum. Zaman aralığı belli olmasa da bir döngünün başlayıp tamamlanmasını bekliyoruz. Bu hep devam ediyor bana göre. Başlangıçtan sona, sondan başlangıca. Bir de bakıp görmeyi hep bizden öncekilerin deneyimlerine göre yaşıyoruz. Farkındalık, ilk önce kendi farkındalığını anlatmak için. Çünkü gerçek diye bir şey yok. Gerçek görecelidir. Hep bir öncekinin teorileri çürütülerek gelinmiştir bu zamana.”


“İnsan sadece mideden ibaret değil. Beyni de ruhu da beslemek lazım. Çünkü ne kadar bu tarafa doğru yönelirseniz insanın yeme-içme-uyuma üçlüsünden oluşmadığını içinizde uyanan sezgilerinizle tanışıp anlarsınız. Toplumların sergilediği kabul görmüş çizgiden çıkıp kendi sorguladığınız çizgide yürüdüğünüzde öngörülerinizi aktarmak istersiniz. Bu ‘S’ romanının da çıkış noktası sezgi ve öngörü ikilisinden geldi. İçe bakmak. Kendinin farkındalığı. Hissettiği, gördüğü şeyler üzerinde düşüncelerini söylemekten çekinmeleri. Bir de empati eksikliği. Çünkü bildiğimiz, gördüğümüz şeylerin hep bir ötesi var. Ne zaman ki bunlarla yüzleşip kabullenerek söyleme cesaretinde bulduğu zaman o eksiklik kültür ve sanatta sıçrama yaratacak bundan eminim. Çünkü aynı tekrar içinde kültür ve sanatın debelendiğini düşünüyorum.” Neval Savak


Urushıol
İbrahim Atik


“Nasıl öleceğinizi hiç düşündünüz mü? Nerede ve nasıl olacağını… Bunu size anlatmalı mıyım bilmiyorum. Son zamanlarda hep bunu düşünürdüm ama hayat denilen hengamenin benim için bu şekilde son bulacağını hiç düşünmezdim. Şu an yerde kanlar içinde yatıyorum. Son nefesimi vereli çok olmadı. Benliğim daha önce hiç deneyimlemediği bir acıyla ruhumun bedenimden ayrılmasına izin verdi. Bu boyut değişimi, son nefesimin sıcaklığını dudaklarımda hissederken, soğuk ve sakin adımlarla yaklaştı. Gözlerim yavaşça karardı ve her şey bulanık bir sis perdesi ardında kayboldu. Kan damarlarımın son birkaç atışını ve kalbimin giderek yavaşlayan ritmini duyabiliyordum. Her bir atış, yaşamın kırılgan ipliğinin son direnişleri gibi gelip geçiyordu. Hastalığımın henüz benden koparmaya fırsat bulamadığı hafızamın silik parçaları, hayatımın filmini geri sarar gibi, çocukluğumdan bu yana geçen önemli anları tekrar gözlerimin önüne serdi. Annemin yüzü…Işıl'ın gülüşü… kaybettiğimiz anların hüznü...”
Yazar İbrahim Atik, Fısıldayan Kalemler Yayınları’ndan okuyucularla buluşturduğu ‘Urushıol’ kitabıyla bir adamın sevdiği kadına duyduğu ölümsüz aşkın ve onun yok oluşuna sessizce tanıklık etmenin hikâyesini anlatıyor.
Urushıol kitabının önsözünde şunlar yer alıyor: “Bazı hikâyeler, yalnızca anlatılmak için değil, saklanmak için yazılır. Bu kitap, sıradan bir aşkın değil, aşkla başlayan bir düşüşün, umudun nasıl yavaş yavaş tükenişinin, bir insanın kayboluşunun sessiz tanığıdır. Sayfalarına kazınan her kelime, bir adamın ruhuna kazınmış yaraların izlerini taşır. İsmet ve Işıl’ın hikâyesi, bir zamanlar sonsuz sanılan bir sevdanın, ihanetin gölgesinde nasıl solup gittiğini anlatıyor. İsmet, sevdiği kadına duyduğu hayranlığı, ona bakarken hissettiği sıcaklığı, birlikte kurdukları hayalleri duygu dolu satırlara dökmüş. O, kelimelerle hatıraları mühürlemiş, aşkın ölümsüzlüğüne inanmıştı. Ama aşk, bazen insanın en büyük yanılgısıdır. Sayfalar ilerledikçe masumiyetin nasıl zehirlendiğini, güvenin nasıl parçalandığını ve bir adamın ruhunun nasıl yavaşça çöktüğünü görüyoruz. Işıl'ın sadakatsizliği, İsmet'in dünyasını sarsan bir fırtına gibi vücudunun her zerresine yayılıyor. Sevginin yerini şüphe, tutkunun yerini acı alıyor. Kitabın sonlarına yaklaştıkça, o aşkın küllerinden yalnızca kırık bir adamın kaldığını fark ediyoruz ve o adam, kaleminin ucunda yalnızca geçmişi değil, kaderi de yazıyor.”

Sisler Öyküler
Suat Örs

Şair- yazar Suat Örs, ‘Sisler ve Öyküler’ ve ‘Çeşme’de Akşam Vakti’ kitaplarıyla okuyucularıyla buluşuyor.

Örs, "Yazmada da yaratıcı bir eylem olduğuna göre yaratıcılığın, yalnızlığa kadar inen ve çoğu zaman toplum tarafından anlaşılmayan hatta anlam verilmeyen yanının olması bu eylemi iyice bireyselleştiriyor. Böyle dramatik bir durumun içinde bir tür iyileşme ve iyileştirme amacına odaklanmak ya da egemen akıl tarafından üstü örtülen değer/değerleri yeniden ortaya çıkartmaya yönelmek. Hem fiziksel, hem de ruhsal olarak bedel ödemenin neredeyse kaçınılmaz olacağı yazınsal yaratım içinde olmak, pekte akıl almayan bir durum gibi gözüküyor. Hele hele günümüzde tekno sermayenin devasa işleyişi içinde hayatın oldukça hızlanmış olması ayrı bir sorun gibi dururken hız daima yeni ideolojinin gündelik yaşamımızdan tutunda geleceğe ilişkin tüm planlamamızda müdahale ettiği şeklinin kesintisiz bir güç olduğu algılanırsa bireyin tüm oluşumuna erişmek mümkün görünmüyor. Yazmanın genel kuralları olduğunu düşünmedim hiç. Ol da olsa geleceğin kimi eğitici/ terbiye edici yol gösterici kuralları vardır. Geleneğin oluşturduğu birikimleri yazmak eksik yazmaktır.
Yazmak demek bizden önceki yazarların getirdiği anlatım birikimlerinin, formları eğip bükmek yeni bir biçim ve içerikler oluşturup yeni formlar yaratma işidir. Okuma ve yazma başa baş gider. İyi bir yazar aynı zamanda iyi okuyucudur. Temel alt yapı birikimi olmadan iyi bir yazar olmak mümkün değildir. Çok birikimli olmak çok okumaktan geçer. Bilgi, birikim olmadan iyi bir yazar olmak olası değildir. 33 yıl gazetecilik yaptım, iyi bir okuyucu oldum. Hem nesir hem de şiirler yazdım 13 kitap çıkardım 14.cüsünü hazırladım. İnsanın tek yapması gereken kitaplarla arkadaş olup kendini doldurmasıdır. Boş çuval dik durmaz. Kitapsız toplum kurumuş bir ağaç gibidir" diyor.


Çocuklara yönelik eğitici ve bilgilendirici eserler
Hatice Eğilmez Kaya

Mira’nın Düşleri


Mira kumral, uzun saçlı, uslu bir kız… Işıltılı, ela gözleri var onun… Rengârenk kalemleri, ona gitmediği ülkelerden, bilmediği insanlardan haberler getiren kitapları var… Bir de tanıma sığmayan düşleri… Her çocuk gibi hayaller kuruyor Mira… Dünya onun için şeker pembesi bir yer. Oyunlar oynuyor, şarkılar söylüyor, okula gidiyor, okuldan geliyor… Bulutları, sokaktaki minik kedileri, havadaki kırlangıçları takip ediyor… Seviyor, seviliyor… Arkadaşları hiç kavga etmesinler istiyor. Herkes birbiriyle iyi geçinse keşke, diyor… Ne güzel bir kız şu Mira! Bahar gibi, yaz gibi, son bahar ya da kış gibi… Hele yedi harika rengiyle gökkuşağına ne demeli! Haydi, elinden tutalım onun! Alsın, götürsün bizi de sevimliler sevimlisi kalbine… Orada bakalım daha neler var?

Ay Şehri Masalları


Eski zamanlarda, yok yok belki de şimdiki zamanda kurulmuş bir Ay Şehri vardı. İşte bu şehirde bir masalcı, yumuşacık çimenlerin üzerinde oturup gizemli hikâyeler anlattı. Ay Şehri Masalları oldu onun dilinden dökülen sözler.
Durgun sularda yüzen peri kızları eteklerini kuruttular sakince, yıldızlar tek tek göz kırptılar Ay Şehri Masallarını dinlerken. Yakamoz daha bir ışıldadı gümüş rengi sularda. Görkemli gecelerin içinden, gök taşları yavaş yavaş ve hiç kimseleri incitmeden yeryüzüne indiler. Yemyeşil ormanlarda bir cümbüş ki sormayın gitsin!
Birbirinden sevimli canlılar el ele tutuşup ay ışığını seyre dalmış masalcının dizinin dibine oturdular. Onlar söylediler, masalcı dinledi. Onlar anlattılar, masalcı yazdı. Tertemiz, içten ve olduğu gibi… Ne güzel sesleri, ne tatlı nefesleri vardı her birinin.
Ve dünya tüm hızıyla dönüyordu. Yaşayanlar, anlatanlar, dinleyenler de öyle!

Kırlangıç Tata’nın Seyir Defteri


Kırlangıç Tata, öğlen uykusunu çok seven bir kızın kulağına fısıldıyor kendi uzun öyküsünü. Yok yok onunki öykü değil de bir seyir defteri galiba. O da kocaman gövdeleriyle kıtalar aşan gemiler gibi seyahat etmiyor mu? Öyleyse onun küçük kıza fısıldadığı sözler bir seyir defterinin sözleri olabilir ancak.
Peki ya Baybaykuş’a, Kumru Gümüşten’e, Yarasa Siyahkanat’a, Bandosever Kedi’ye ne demeli? Onların da birer öyküsü olmalı mutlaka. Kırlangıç Tata’nın dostları ya taraçalarımızdan ya pencere kenarlarımızdan ya da balkonlarımızdan bizi izliyor olabilirler.
Ailesini kaybeden küçük kırlangıç göç mevsimi gelmeden kaybettiği ailesini bulabilecek mi acaba? Mutluluk ona yakın mı yoksa gökyüzündeki yıldızlar kadar uzak mı? O güzel kız uyanıp da yazmış mıdır Kırlangıç Tata’nın Seyir Defteri’ni?

Sevgili Kız Kulesi


Kule deyip geçmeyin sakın.
Her kulenin bize söyleyecekleri var. Her kulenin gizemi, her kulenin sakladıkları, her kulenin kendine has bir fısıltısı var.
Kral Timun ve eşi Hipolit çok mutluydular. Bütün ülke de sanki onlar mutlu oldukları için sevinç ve huzur içinde yaşıyordu. Şehirdeki insanların kapıları tıpkı krallarının kalbi gibi kilitsizdi. Kral ve kraliçe mutlu olmalarına mutluydular, iyiliklerine ise diyecek yoktu. Yine de her zaman bir yanları kederliydi. Yüreklerinin bir köşesinde hep sonbaharın gölgesi vardı. Bir çocukları olsun istiyorlardı.
Sonra bir gün talihleri yüzlerine güldü ve güzeller güzeli bir kızları oldu. Peki ya sonra…
Sevgili Kız Kulesi! Haydi, anlat bize sırlarını! Seninle birlikte biz de neşelenelim ya da hüzünlenelim. Seni dinlemeye hazırız sakın duygularını gizleme bizden.

Tuğçe Yerdelen ile Kitap Saati