Toplumsal eğilimlerden ekonomik kırılganlıklara, siyasal algılardan kadınların günlük yaşam deneyimlerine kadar geniş bir çerçevede hazırlanan rapor, “İzmir’de kadın olmak” başlığı altında şiddet, güvenlik, eşitsizlik, ayrımcılık ve dayanışmaya dair dikkat çekici sonuçlar sundu. En belirgin bulgu, kadınların İzmir’de kendilerini en çok sokakta güvensiz hissettiğini göstermesi oldu.
Toplumsal cinsiyet duyarlılığının arttığını düşünenlerin oranı %68,1 olarak ölçülürken, bu oran erkeklerde %74’e, kadınlarda ise %61’e karşılık geliyor. Ayrıca hem kadınların hem erkeklerin, kadınların yerel yönetim ve karar alma süreçlerine katılımını %70’in üzerinde “yeterli” bulduğu görüldü.
İzmir’de kadına yönelik şiddetin arttığını düşünenlerin oranı %80 seviyesinde bulunuyor. Kadınların %70’i ise şiddet karşısında güvenlik güçleri dışında başvurabilecekleri kurumları bildiklerini ifade ediyor.
Gündelik yaşamda kadınların ayrımcılığa maruz kaldığını düşünenlerin oranı %68 olurken, raporun diğer bulguları şöyle sıralanıyor:
-
Aile içi mal paylaşımının eşit olduğunu düşünenler: %80,3
-
Ev işlerinin eşit paylaşıldığını söyleyenler: %73,8
-
Kadınların hane bütçesinde eşit söz sahibi olduğunu belirtenler: %88
Bu başlıklarda kadınlar ve erkekler arasında en az 10 puanlık görüş farkı bulunuyor. Ekonomik ve sosyal açıdan erkek olmanın daha avantajlı olduğunu düşünen kadınların oranı ise %58,9. Araştırmaya göre ayrımcılığı en yoğun hisseden grup boşanmış kadınlar.
Katılımcılar, kadınların İzmir’de en çok “sokakta güvende olmama” (%38) sorunu yaşadığını belirtirken, bunu ekonomik zorluklar (%28,6), sosyal hayata katılamama ve kamu hizmetlerine erişimde yaşanan sıkıntılar izliyor. Erkekler için öncelikli sorun güvenlik olurken, kadınlar ekonomik zorlukları ilk sıraya koyuyor.
Hükümetin 2025’i “Aile Yılı” ilan etmesinin etkisine yönelik soruya ise katılımcıların yarısından fazlası “herhangi bir etkisi olmayacağı” yanıtını verdi; yalnızca %17, uygulamanın olumlu sonuçlar doğuracağını düşünüyor.
Oda görüşmeleri, İzmir’de kadın dayanışmasının güçlü ve belirleyici olduğunu gösteriyor. Sokakta, toplu ulaşımda, eğlence mekânlarında ya da diğer kamusal alanlarda kadınların taciz, şiddet veya ayrımcılık karşısında sessiz kalmadığı ve müdahale etmeye yönelik güçlü bir refleks geliştirdiği belirtiliyor. Bu durum, kentte güçlü bir kadın dayanışması ağının varlığına işaret ediyor.
Rapor, İzmir’de feminizm algısının da dönüşmekte olduğunu gösteriyor. Katılımcılar kendilerini feminist kimliğe uzak hissetseler de feminizmi “kadın hakları”, “cinsiyet eşitliği”, “kadın dayanışması” ve “güçlü kadınlar” gibi olumlu tanımlamalarla ifade ediyor. Bu sonuç, feminist kimliğe yönelik mesafenin ideolojik değil, algısal olduğunu ortaya koyuyor.





