Bizde Osmanlı padişahların yaşamına ilişkin araştırmalar çok azdır.

Kanuni’ye kadar olanlar “Şu savaşa katıldı, bu toprakları aldı” şeklinde değerlendirmelerin ötesinde ciddi çalışmaların sayısı azdır.

Kanuni sonrasında adım adım çöküş sürecinde daha çok ‘harem’ ve orada yaşayan kadınların eylemleri ön plana çıkan bir tarih yazımı oldu.

****

Dördüncü Murat’ın kıyıcılığı ve tütün yasağı dışında Üçüncü Selim’in reformcu kişiliği, halka fes giydirdiği gerekçesiyle adı ‘Gavur Padişah’a çıkan İkinci Mahmut’un attığı devrimci adımlar ve Abdülhamit Osmanlı’nın gerileme-çöküş döneminin padişahları olarak kayda geçmişlerdir.

****

Örneğin Abdülmecit ismini biliriz de hangi tarihte neler yaptı, döneminde hangi olaylar meydana geldi, çok bilmeyiz.

Osmanlı’nın yakın tarihini birinci derece tanıkların söylemleri ve belgeleriyle yazan (Kendisi de Saray mensubu olan) Hıfzı Topuz bu eksikliği bir miktar giderdi.

Daha önce ‘Meyyale’, ‘Taif’te Ölüm’, ‘Hatice Sultan’, ‘Paris’te Son Osmanlılar’ gibi pek çok tarihsel anlatıya imza atan Topuz’un bu alanda büyük eksikliği giderebilecek bir kitap kaleme aldı:

 “Abdülmecit-İmparatorluk Çökerken Sarayda 22 Yıl…”

Topuz’un belgelere dayanan yapıtını bir solukta okuyup bitirdim.

****

İkinci Mahmut’un ölümü üzerine devlet yönetimini üstlenen Abdülmecit’in yaşamının ayrıntılarını, Saray’da yaşananları, o günün tarihsel olaylarını mükemmel bir şekilde özetlemiş, akıcı bir roman haline getirmiş Hıfzı Topuz…

 Kitap Osmanlı’nın reform çabalarıyla başlıyor.

Bu bağlamda yapıtın kahramanı Abdülmecit’in babası İkinci Mahmut’ta özel bir bölüm ayrılmış; Abdülmecit’in nasıl bir miras devraldığı anlatılmış…

Hıfzı Topuz, Gavur Padişah Mahmut döneminin imparatorluk fotoğrafı şöyle çekmiş:

“İkinci Mahmut’un saltanat yılları böyle gerilimli olaylarla doluydu ama hünkar bunların yanı sıra Batı’ya açılma girişimlerini başlatmış, kadınların saraydan çıkmalarına izin vermiş, geleneksel giysilerden vazgeçerek mor pelerin, siyah çizme ve sorguçlu kırmızı fesle halkın karşısına çıkarak bir devrim gerçekleştirmişti. Devlet dairelerine de kendi resmini astırmıştı.”

(Sayfa-9).

****

Abdülmecit, Osmanlı İmparatorluğu’nu 16 yaşında devralmak zorunda kaldı.

Padişahlığın, sultanlığın, babadan oğula geçen hükümdarlığın ne kadar yanlış bir yönetim olduğunu, cumhuriyetin ne demek olduğunu Abdülmecit’in şu söyledikleri ortaya koymuyor mu?

Annesi Bezmialem Sultan’a şunları söyledi:

“Valideciğim, biliyorum işim zor. Ben bu koca devleti nasıl idare ederim? Daha hiçbir şey bilmiyorum. Ordumuz cephede çarpışıyor. Hep kötü haberler alıyoruz. Ben nasıl bu işlerin içinden çıkarım?”

(Sayfa-14).

****

Çıkamadı da nitekim…

Reşit Paşa idare etti devleti daha çok…

Abdülmecit ise Saray’da yüzlerce cariyeyle gününü gün etti, 40 çocuğu oldu.

Reşit Paşa, İkinci Mahmut’un reformlarını devam ettirerek 3 Kasım 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nı Gülhane’de okudu.

İslam ve Hıristiyan vatandaşların eşit olduğunu ilan eden fermanda, bir ceza kanunu çıkarılacağı, padişahın da yasaya aykırı hareket etmeyeceği garanti altına alındı.

****

Bir yandan Batılılaşma hamleleri yapılırken, öte yandan tutucu çevreler örneğin Damat Sait Paşa, okullarda coğrafya derslerinin gösterilmesine kafir adetleri diyerek karşı çıkıyordu.

****

“Tahta çıktığı dönemde okullarda çocuklara din bilgisi, Kuran ve ahlak ile biraz da aritmetik öğretiliyordu. Medreselerde biraz metafizik, geometri ve astronomi dersleri vardı. Ama tarih, coğrafya ve müspet bilimler okullara pek girmemişti. Bu eğitim yöntemleriyle öğrenciler Tanrı ve din bilgileriyle yetiştiriliyor, doğa ve toplum olayları eğitim konusu olmuyordu. İkinci Mahmut bu boşlukları görerek Harbiye ve Tıbbiye okullarını açmıştı ama müspet bilim konuları ülke çapında ele alınmış değildi.”

****

Sanayi devrimini kaçıran Osmanlı’nın treni yakalamak için attığı adımlar ne yazık ki hedefine ulaşamadı.

Nasıl ulaşsın ki, sorumlu yönetici Padişah Abdülmecit saray alemlerinde gününü gün yapıyor, kadınlardan başını kaldıramıyor:

“Abdülmecit haremdeki kadınlardan hangisini odasına alacağına karar verirken genelde güçlük çekerdi. Bu zarif cariyelerin hepsinden hoşlanıyor ve onlarla geceyi geçirmekten büyük zevk alıyordu. Ama onların da ne kadar kırılgan olduklarını biliyor ve kıskançlıkları önlemeye çalışıyordu. Yani haremde zaman zaman huzursuzluk çıkıyordu. Buna çare bulabilmek için ilk girişim Şevkefza’dan geldi. Bir gün haremde, padişahın gözüne girmiş olan kadınlara, ‘Bakın’ dedi, ‘bizden önceleri haremde bir gelenek varmış. Kadınefendiler ve ikballer sırayla padişahın odasında kalırlarmış. Kimse kimsenin sırasını almazmış. Biz de öyle yapalım, herkes sırasını bilsin!”

(Sayfa-59).

Bu öneri padişaha götürülüyor ve kabul ediliyor.