Memlekette her şey “normalleşiyor”.

Zamlar normal.

Yoksulluk normal.

Açlık sınırının altındaki asgari ücret normal...

Hukuksuzluk normal.

Sessizlik zaten uzun süredir normal.

Anormal olan ne kaldı biliyor musunuz?

İtiraz etmek !

Eskiden bir skandal haftalarca konuşulurdu.

Şimdi bir sabah yaşanıyor, öğlene unutuluyor, akşam üstüne espri yapılıyor.

Toplum reflekslerini kaybetti.

Daha doğrusu refleksler bilinçli olarak törpülendi.

Çünkü iktidarlar gider, alışkanlıklar kalır.

Bugün bize “olağan” gibi sunulan şeyler, yarın çocuklarımızın kaderi olacak.

Bir ülkede adalet “şartlara göre” uygulanıyorsa,

özgürlük “zamanı gelince” denilerek erteleniyorsa,

ahlâk “ama” ile başlayan cümlelere sıkıştırılıyorsa

orada çürüme çoktan başlamıştır.

Ve hayır…

Bu sadece iktidarın meselesi değil.

Muhalefetin de konfor alanı var.

Risk almadan konuşmak.

İsim vermeden eleştirmek.

Herkesi kızdırmamak için hiçbir şeyi değiştirmemek.

Toplumun büyük kısmı ise izleyici koltuğunda.

Kızgın ama yorgun.

Haklı ama isteksiz.

“Bir şey olmaz” cümlesine sığınmış durumda.

Oysa tarih bize şunu söylüyor;

Bir şeyler, tam da “bir şey olmaz” denildiği anda olur.

Demokrasi gürültülü zamanlarda değil,

sessiz kabulleniş dönemlerinde ölür.

Kimse bağırmaz, kimse direnmez.

Sadece alışılır.

Bugün bize düşen şey büyük laflar etmek değil.

Küçük ama net bir tavır koymak.

Yanlışa yanlış demek.

“Bizden” olana da.

“Bizimkiler yapıyorsa vardır bir bildikleri” kolaycılığını terk ederek...

Çünkü ülkeyi felakete götürenler kadar,

o felaketi makul bulanlar da sorumludur.

Normalleşme adına, sarılıp kucaklaşalım diye diye çürümeyelim.

Bu topraklar çok şeye alıştı.

Ama her şeye alışmak zorunda değil.

Ve unutmayalım:

Bazı sessizlikler, tarafsızlık değil

suç ortaklığıdır.