Bir sabah, sanki rüzgâr beni alıp yılların arasından geçirdi. Gözlerimi açtığımda takvim yaprakları 1990’ı gösteriyordu. Şehrin sesi bugünkünden bambaşkaydı; acele yoktu, gürültü yoktu, yalnızca yaşamın kendi ritmi vardı. Sokak aralarında top koşturan çocukların kahkahaları, betonun soğukluğunu bile ısıtıyordu. Her köşe başında tanıdık yüzler, her selamda içten bir samimiyet gizliydi.
Evlerin önünde taburelerine oturmuş kadınlar, ince belli bardaklarda çaylarını yudumluyor; dünyayı değil, birbirlerini konuşuyorlardı. Esnafın dükkânından yayılan kahve kokusuna, radyodan gelen eski bir şarkı karışıyordu. İnsanlar birbirine “kolay gelsin” derken gerçekten iyi dilekte bulunuyordu; sözler boş değil, yürekten geliyordu.
Bir plakçı dükkânının önünde durdum. Kapı aralığından sızan müzik, bir dönemin coşkusunu anlatıyordu. Cızırtılı bir melodi, bir gitarın hüzünlü sesi… Her nota, unuttuğum bir duyguyu hatırlatıyor gibiydi. Raflarda sıralı plak kapaklarında, gençliğin hayalleri, sokakların enerjisi, geleceğe duyulan saf inanç vardı.
Dışarı çıktığımda bir grup gencin sesleri yükseldi kulağıma. O kalabalığın içinde korku yoktu; çünkü henüz umut tükenmemişti. Henüz kimse vazgeçmemişti.
Mahalle kahvesinden okey taşlarının tok sesleri, sokak bakkalının camekânına asılmış renkli sakız kâğıtları, eski bir televizyonun tüplü ekranında titreyen haber bülteni… Hepsi bir araya gelerek bana sessizce bir şey söylüyordu: Geçmiş yalnızca yaşanmış bir zaman değil, içimizde hâlâ yaşayan bir duygudur.
1990’lar, aslında bir yıl değilmiş — bir ruh hâliymiş. Birbirine güvenen insanların, küçük mutluluklara büyük anlamlar yüklediği bir dönemmiş. O günlerde her şey daha sade, daha samimi, daha insancaymış.
Gözlerimi yeniden açtığımda, modern dünyanın gürültüsü etrafımı sardı. Ama içimde bir şey değişmişti. O eski sıcaklığın, o samimi selamların, o içten kahkahaların izi hâlâ kalbimdeydi.
Belki de zaman yolculuğu dediğimiz şey, geçmişe gitmek değil; geçmişteki güzellikleri bugüne taşıyabilmektir. Çünkü 1990’lar hâlâ bir yerlerde yaşıyor — bir melodide, bir gülüşte, bir hatırada… Ve ben biliyorum ki o ışık hiç sönmedi.
***
“1990’a yolculuk
Gözlerimi açtığımda tanıdık ama unutulmuş bir zamana düşmüştüm. Yıl 1990’dı. Sokaklarda çocukların kahkahaları yankılanıyor, taş kaldırımlara çarpan futbol topunun sesi mahalleyi dolduruyordu. Kapı önlerinde kadınlar çay eşliğinde sohbet ediyor, esnaf dükkânının önünde gülümseyerek müşterilerini karşılıyordu. İnsanlar birbirini tanıyor, selamlar ve tebessümler havada hafifçe asılı kalıyordu.” Yazısıyla bana ilham olan değerli Oğuz Sağlamtaş’a teşekkürlerimle…