Türk şiirinin yüzyılı aşan damarlarından günümüzün tartışmalı romanlarına, Anadolu’nun iç sesinden psikolojik gerilimin karanlık koridorlarına, düşünceli bir tebessüm bırakan halk mizahına kadar geniş bir edebî evren sunuyoruz.

Türk şiirinin son yirmi yılının belleğini oluşturan 21. Yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi ile başlıyoruz yolculuğumuza. Bir kültür arşivi titizliğiyle hazırlanmış bu çalışma, sadece şairleri değil, aynı zamanda şiirin bir çağ içinde geçirdiği dönüşümün izlerini de gözler önüne seriyor. Ardından, Fatma Aras’ın türkülerin kanayan hafızasına çevirdiği kulakla, Anadolu’nun hem sızlayan hem direnen ruhuna dokunuyoruz. Aslıhan Tüylüoğlu’nun Kaçkınpatı kitabıyla ise doğanın, kadınlığın ve varoluşun birbirine değdiği modern bir poetik yolculuğa adım atıyoruz.

Dünya edebiyatında çok konuşulan Sarı Yüz, kültürel temsilden yazarlık etiğine uzanan sert bir tartışmayı önümüze sererken; psikolojik gerilime yöneldiğimizde bir evin içindeki sırların, insan ruhunun karanlığına nasıl ayna tutabildiğini görüyoruz.

Hizmetçi, sıradan görünen bir evin içinde saklanan karanlığı ve güç oyunlarını merkeze alarak modern gerilimin nasıl ince bir gözlem üzerine kurulduğunu gösteriyor. İhtişamın ardındaki çürümüşlük, görünmez emek, sınıfsal çatışmalar ve insanın kendisinden sakladığı sırlar, bu bölümde okuru hem meraklandırıyor hem de düşündürüyor.

Son sayfalarda ise yüzlerce yıldır bizi güldürürken düşündüren Nasrettin Hoca’nın bir fıkrası, tüm bu yoğun edebiyat yolculuğunun ardından kısa bir soluk, hafif bir tebessüm sunuyor.

21. Yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi -İlk 20 Yıl-

Oya Gündüz Aksu

Siir Antoloji

Türk edebiyatı, özellikle şiir geleneği bakımından dünyanın en köklü ve zengin kültürlerinden biri olarak kabul edilir. Bin yılı aşan birikimi, sürekli yenilenen ifade biçimleri ve toplumsal dönüşümlere duyarlı yapısıyla şiir, Türkiye’de yalnızca bir sanat biçimi değil; aynı zamanda düşüncenin, duygunun, kültürel kimliğin ve toplumsal hafızanın da taşıyıcılarından biri olmuştur. 21. yüzyılın başı ise hem teknolojik hem kültürel hem de sosyolojik açıdan radikal değişimlerin yaşandığı bir dönem olarak, şiirin dönüşümünde yeni kapılar aralamıştır. Tam da bu hızlı dönüşümün ortasında, yıllarca emek verilmiş kapsamlı bir çalışma ile ortaya çıkan “21. Yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi (İlk 20 Yıl)”, Türk şiirinin bu yeni çağdaki panoramasını titizlikle sunan dev bir edebî bellek projesi olarak okuyucusuyla buluşuyor.

Bu antolojinin arkasında, uzun yıllara yayılan bir araştırma, okuma, seçki oluşturma ve sınıflandırma emeği bulunuyor. Oya Gündüz Aksu’nun şiir alanına duyduğu derin ilgi, yapıtı yalnızca bir antoloji olmaktan çıkarıp adeta bir kültür arşivi hâline getiriyor. Çalışmanın kapsamı, 21. yüzyılın ilk 20 yılı boyunca Türk şiirine katkı sunmuş 700 ‘den fazla şairi içeriyor. Bu sayı, yalnızca antolojinin hacmini değil, aynı zamanda Aksu’nun Türk şiirinin çeşitliliğine ve çok sesliliğine gösterdiği saygıyı da ortaya koyuyor.

Şairlerinin bir bölümü artık aramızda olmayan bu geniş antoloji, şiirin bir dönem boyunca geçirdiği dönüşümün, tematik yönelimlerin, biçimsel arayışların ve poetik tartışmaların da dolaylı bir belgesi niteliğinde. Aksu, seçkisini oluştururken yalnızca popüler isimlere değil; farklı kuşakların, farklı şiir anlayışlarının ve farklı edebî çevrelerin temsilcilerine de yer vererek 21. yüzyıl şiirinin ilk yirmi yılının bütünlüklü bir görünümünü sunmayı hedeflemiş. Bu nedenle antoloji, yalnızca bir okuma kaynağı değil; aynı zamanda araştırmacılar, edebiyat öğrencileri, akademisyenler ve şiir meraklıları için bir referans eserdir.

İlk baskısı Şubat 2023’te iki cilt olarak yapılan 21. Yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi’nin genişletilmiş ikinci baskısı, üç cilt halinde 2024 yılı sonbaharında Akdoğan Yayınevi’nden okurlarla buluştu.

Antolojinin editörlüğünü üstlenen Hatice Eğilmez Kaya, Türk edebiyatı alanında deneyimli bir isim olarak çalışmanın akademik ve biçimsel bütünlüğünü sağlayan önemli bir rol üstleniyor.

Antolojinin dikkat çekici özelliklerinden biri, yer verilen her şairin güncel bir biyografisinin bulunmasıdır. Şiir ile biyografi arasındaki ilişki her zaman tartışılmış olsa da, modern edebiyat araştırmalarında şairin yaşamı, düşünce dünyası ve edebî duruşu, metnin yorumlanmasında önemli bir yer tutar.

Türküler Kan Damlası

Fatma Aras

Turkuler Kan Damlası

Anadolu… Binlerce yıldır uygarlıkların gelip geçtiği, dillerin çoğaldığı, acıların toprağa karıştığı, sevincin bile hüzünle yoğrulduğu kadim bir yurt. Bu topraklar, her ne kadar bereketiyle övülse de, gerçekte yaralı bir kadın yüreği gibi sızlar. İşte Fatma Aras, Türküler Kan Damlası başlığıyla sunduğu bu dünyanın iç sesine kulak kabartır. Onun satırlarında, Anadolu’nun dili türkülerdir; çünkü türküler, kanayan yerlerin merhemidir, unutulmuşların nefesi, yarım kalanların ağıdıdır.

Aras’ın çocukluk yıllarından gelen o imgeler, Aralık’ın çorak rüzgârı, Iğdır’ın keskin güneşi, Ağrı Dağı’nın devasa suskunluğu türkülerin hem kaynağı hem de açıklaması gibidir. Her şey o kadar sınırlı, o kadar küçük görünürken; dünya, yaşadığı yerin sınırları kadar sanılırken… Yine de çiçekler vardı, binlerce. Ve sorular: “Bu kadar çiçeğin içinde laleler nasıl türkülere sindi?” Anadolu’nun paradoksu tam da burada gizlidir: Güzellik her yerdedir, ama türkülerde hüzün ağır basar. Çünkü bu topraklarda her çiçeğin gölgesine bir acı düşer.

Fatma Aras’ın kendi sözleriyle kurduğu metafor, hem coğrafyanın hem çocukluğun ruh hâlini özetler: “İnsan bir yere gitmediyse, dünyayı kendi bulunduğu yer kadar sanır.” Bu söz, yalnızca mekânın değil; duyguların, seslerin, türkülerde yankılanan hikâyelerin de sınırlandığını gösterir.

Iğdır-Aralık arası… Kâğıt üzerinde kısa bir mesafe. Fakat bir çocuk için evrenin tamamı. Aras’ın bu sınırlı evreninde savaş, yalnızca çocuklar arası bir kavgadır; dağ dendiğinde yalnızca Ağrı Dağı’nın gölgesi belirir; çiçek dendiğinde ise ovada açan birkaç tanıdık renk. Bu dar dünya, aslında Anadolu’nun birçok çocuğu için ortak bir kaderdir.

Ne var ki türküler, bu dar dünyanın içinden çıkarak evrensel bir duyguya dönüşür. Çünkü türkü dediğimiz şey, mekânın sınırlarını aşan bir hafıza biçimidir. Bir annenin sızısı, bir gencin umudu, bir köyün ağıdı, bir yoksulun haykırışı… Hepsi birleşir ve yaşanan her şeyin iç sesi olur. Bu nedenle türkü, bireysel değil; kolektiftir. Kişisel değil; toplumsaldır. Bir kişinin değil; bir halkın çığlığıdır. Şair-yazar Fatma Aras’ın Klaros Yayınları’ndan çıkan ‘Türküler Kan Damlası’ kitabı, tüm kitapseverleri bekliyor.

Kaçkınpatı

Aslıhan Tüylüoğlu

Kackınpati

Türk şiirinin yakın dönem örüntüsünde doğayla içsel deneyimi, kadınlık bilinciyle varoluşsal açmazları, sözcüğün dokusunu imgelerle yoğuran şair kimlikleri azımsanmayacak bir yere sahiptir. Bu bağlamda Aslıhan Tüylüoğlu, yalnızca bir şair olarak değil, aynı zamanda şiir üzerine düşünen, çözümleyen, tartışan bir eleştirmen ve incelemeci olarak da modern Türk edebiyatında kendine özgü bir yer edinmiştir. Onun poetikası, biçimsel tavırla düşünsel derinliği, lirizmle sert sorgulayıcı bakışı ve kadınlıkla varoluşu yan yana getirir. Kaçkınpatı gibi eserlerde ise sanat yolculuğunun olgunlaşmış, yoğunlaşmış ve kendini bulmuş haline tanıklık ederiz.

Tüylüoğlu’nun şiirinde sıkça rastlanan üç ana damar vardır: doğa, kadınlık ve varoluş. Bu temalar, birbirinden bağımsız değil, sürekli birbirine temas eden bir örgü oluşturur.

Onun şiirlerinde çiçekler, su, toprak, gölge gibi unsurlar, birer sembol olarak iç dünyanın kırılganlıklarını taşır. Doğa hem şairin nefes aldığı bir alan hem de ruhsal bir pusuladır.

Tüylüoğlu’nun kadın teması, feminist bir söylemin şiirsel izdüşümü gibi okunabilir. Kadın, yalnızca bir kimlik değil, bir mücadele alanıdır; bir kırılma kadar bir direnişi de temsil eder.

Şiirlerinde sıkça gördüğümüz içsel çatışmalar, benlik sorgulamaları ve yalnızlık duygusu, modern bireyin ruhsal atmosferini yansıtan önemli bir katmandır.

Bu üç tema, Kaçkınpatı’nda özellikle iç içe geçmiş hâlde var olur; şiir kitaplarında bir bütün olarak takip edildiğinde ise şairin benliğini adım adım inşa eden bir poetik yolculuk ortaya çıkar.

Kaçkınpatı, şairin hem kırılgan hem direngen yanlarını bir arada barındırır; masumiyetle karşı çıkışın, su kadar durulukla taş kadar sertliğin kesiştiği bir poetik çatıdır.

Şairin 7. şiir kitabı olan Kaçkınpatı, Akdoğan Yayınevi’nden okurlarıyla buluştu.

Yurtdışı ‘bestseller’

Sarı Yüz

Sarı Yuz

“21. yüzyılın en önemli kitaplarından biri.” –The New York Times

R. F. Kuang, daha ilk çıktığı günden itibaren tartışma konusu olan Sarı Yüz ile edebiyat dünyasını tam anlamıyla karıştırmayı başardı. Roman, yalnızca yayıncılık sektörünün karanlık köşelerine ışık tutmakla kalmıyor; ırk, kimlik, temsil ve kültürel sahiplenme gibi günümüzün en önemli konularıyla da cesurca yüzleşiyor. The New York Times’ın “21. yüzyılın en önemli kitaplarından biri” sözleri, romanın yarattığı etkinin bir abartı değil, aksine günümüz kültür iklimine dair isabetli bir tespit olduğunu gösteriyor.

Sarı Yüz’ün merkezinde, aynı dünyaya ait olmalarına rağmen birbirinden çok farklı konumlarda duran iki yazar var: Athena Liu ve JuneHayward. Athena, sektörün parlayan yıldızı; genç, başarılı, çok satan bir yazar ve her şeyden önemlisi, hikâyelerini satma becerisi olan karizmatik bir figür. June ise yeteneğine inansa da tutunamayan, sesini duyuramayan ve “sıradan” olduğu için görünmez kaldığını düşünen bir yazar.

Özellikle sosyal medya linç kültürünün, görünürlük arzusunun ve başarının getirdiği sarhoşluğun insanları ne kadar kolay bir şekilde karanlığa sürükleyebileceğine dair roman boyunca çarpıcı örnekler yer alıyor.

Kuang’ın romanı bu noktada yalnızca bir gerilim hikâyesi değil; çok daha geniş bir toplumsal tartışmanın kapılarını aralıyor. Kimin hangi hikâyeyi anlatmaya “hakkı” var? Kültürel deneyimler ne kadar sahiplenilebilir? Bir yazarın niyetinden bağımsız olarak, temsil ettiği kimliğin sektördeki karşılığı nasıl şekilleniyor?

Roman, pandemi sonrası dönemin kırılgan atmosferine de ustalıkla değiniyor. Ekonomik belirsizlikler, kariyer baskısı, hızla değişen sektör dinamikleri ve sosyal medyanın kamusal hayat üzerindeki etkisi, karakterlerin kaderlerini belirleyen görünmez duvarlar hâline geliyor. Sarı Yüz, toplumsal travmaların bireysel davranışları nasıl dönüştürdüğüne dair güçlü bir okuma sunuyor.

Hizmetçi

Hizmetci

27 Kasım burçları neler bekliyor?
27 Kasım burçları neler bekliyor?
İçeriği Görüntüle

Psikolojik gerilim türünün en çarpıcı yönlerinden biri, sıradan görünen mekânların altında kaynayan karanlığı açığa çıkarma becerisidir. Zenginliğin, düzenin ve kusursuzluğun sembolü olan büyük bir ev, çoğu zaman karakterlerin en derin korkularının, arzularının ve gizledikleri kimliklerin yankılandığı bir sahneye dönüşür. Winchester ailesinin ihtişamlı evi de bu geleneğin bir istisnası değildir. Dışarıdan bakıldığında lüks, nezaket ve aile sıcaklığıyla parlayan bu mekân; içeride, güç oyunları, kırılganlıklar ve kimlik çatışmalarıyla örülü bir labirent hâline gelir.

Hikâyenin odağında, yeni bir başlangıç yapma umuduyla eşiğe adım atan bir çalışan vardır. Mermer zeminde yankılanan ilk selamlama, sadece bir "hoş geldin" değil, aynı zamanda bilinmezliğe verilen bir davettir. Bu evde verilen her görev, yapılan her jest ve söylenen her cümle, görünmeyen bir gerilimin ipuçlarını barındırır.

Ailenin dışarıdan pürüzsüz görünen hayatı, içeriye doğru ilerledikçe çatlamaya başlar. Evin hanımı Nina’nın kontrolcü tavırları, manipülasyon sınırlarını aşan davranışları ve çevresindeki herkesi yönlendirme isteği; aynı zamanda kendi iç dünyasının kırılganlığını da ele verir. Andrew’un giderek çöken ruh hâli, gücün ve prestijin duvarlarında yaşanan yıpranmanın sessiz bir yansımasıdır.

Evin çalışanı ise bu yapbozun hem en görünür hem de en görünmez parçasıdır. Her gün temizlik, yemek, çocuk bakımı gibi rutinlerle evin tüm yükünü omuzlamasına rağmen, varlığı çoğu zaman bir duvarın gölgesi kadar fark edilir. Fakat görünmezliğin sağladığı bir avantaj vardır: gözlem. Bu karakter, evdeki herkesin görmek istemediği gerçekleri fark eder.

Burada sınıfsal dinamikler çarpıcı bir şekilde belirtilir. Üst katlarda yaşayanların kaosu ile alt katlarda çalışanların sessizliği arasındaki gerilim, modern toplumun iki yüzünü çarpıcı bir şekilde yansıtır. Lüksün içinde gizlenen çatlaklar, ev emeğinin arka plana itilmişliği sayesinde daha da belirginleşir.

Winchesterların ihtişamlı hayatı, içeriden çürüyen bir yapının sembolüdür. Sırların, yalanların ve güç mücadelelerinin ördüğü bu atmosferde, okur hem merakını hem de huzursuzluğunu sürekli taze tutan bir gerilimle karşılaşır.

Bu tür hikâyeler, yalnızca bir evde geçen olayların anlatımı değildir; insan doğasının karanlık tarafına yapılmış derin bir yolculuktur. Açgözlülük, korku, aidiyet, arzu ve kimlik çatışmaları; her bir karakterde farklı biçimlerde kendini gösterir. Son sayfaya kadar süren “Acaba?” sorusu, bu eserlerin asıl ustalığıdır.

Biraz da Gülelim

Beş Kuruş

Nasreddin Hoca-2

Nasrettin Hoca yolda yürürken, biri ensesine öyle bir vurmuş ki, nerdeyse yere düşecekmiş, hiddetle dönüp bakmış; karşısında tanımadığı genç bir adam. Nasrettin Hoca sormuş:

- "Ne cüretle vuruyorsun!.."

- "Özür dilerim hocam, sizi birine benzettim, küçük bir hata yaptım, ama siz pireyi deve yaptınız.

- "Yürü o zaman, kadıya gidiyoruz!"

Gitmişler kadıya, ikisini de dinleyen kadı efendi, Nasrettin Hoca'ya vuran gencin akrabasıymış. Kadı efendi, Nasrettin Hoca'yı yumuşatıp, akrabasını kurtarmaya çalışmış:

- "Hoca, hislerini anlıyorum. Bu durumda herkes aynı şeyi hissederdi. Şimdi bu genç adam kendine bir tokat atsa, kabul eder misin?"

Nasrettin Hoca ısrar etmiş:

- "Olmaz, mahkeme yapılsın."

Kadı efendi, bunun üzerine akrabası olan genç adama dönüp kararını vermiş:

- "Ceza olarak Nasrettin Hoca'ya 5 kuruş ödeyeceksin, hemen gidip getir!.."

Nasrettin Hoca, para almaya giden genç adamın dönmesini beklemiş. Bir saat geçmiş, iki saat geçmiş, ama genç adam ortalıkta gözükmüyormuş.

Mahkeme kapısının kapanma saatine kadar bekleyen Nasrettin Hoca, kadı efendinin ensesine okkalı bir tokat indirdikten sonra demiş ki:

- "Kusura bakma kadı efendi, daha fazla bekleyememem, gelirse söyle ona; 5 kuruşu sana versin!.."

Tuğçe Yerdelen ile Kitap Saati