Toplumsal Hastalığımız !

Ne garip bir ülkeyiz !

Bin yıldır dövüle dövüle “itaat” etmeyi öğrenmiş, sonra da buna “kader” adını verip içimizi rahatlatmışız.

Eli sopalı yönetim anlayışıyla başlayan tarihimiz, bugün hâlâ aynı elin gölgesinde titriyor.

Sadece sopa değişti; bazen üniforma giydi, bazen kravat taktı, bazen de “milli irade” diye kürsüden bağırdı.

Ama sopanın ruhu hep aynı kaldı.

Bizim toplum, “Can Allah’ın, mal devletin” diyen eski bir duanın peşinden yürüyor hâlâ.

Sanki devlet, kutsal bir baba; halk ise haşarı bir çocuk.

Devlet bağırıyor, halk susuyor.

Devlet alıyor, halk şükrediyor.

Ve o meşhur cümle dudaklardan düşmüyor: “Yarın Allah kerimdir.”

*

Bugünün siyaseti de farklı değil.

Yarınları tasarlamak gibi bir derdi yok; gündelik yangınları söndürmekle meşgul.

Bir gün soğan fiyatı, ertesi gün faiz tartışması, öbür gün mitingde slogan yarışı.

Strateji dediğin şey, gün sonunu kurtarmak olmuş.

Halk da bundan fazlasını istemiyor zaten... Çünkü daha fazlasını istemeyi hiç öğrenmedi.

Siyasetçisine bakınca kaderi görüyor, aynaya bakınca kabullenmeyi.

Ve iktidar, bu ruh halini çok iyi okuyor.

“Fakir ve cahil kal” diyor,

çünkü bilen insan soru sorar,

tok insan da talimat beklemez.

O yüzden bilgi pahalı, ekmek küçük, umut ucuz.

Biz de alışmışız:

Biraz nasihat, biraz sadaka, biraz da gazla yaşayıp gidiyoruz.

Sözel kültürün bataklığında debeleniyoruz hâlâ.

Yazıya geçmek, kayıt tutmak, hesap sormak...

Hepsi “tehlikeli işler.”

Feodal zihin yapısı, birey olmayı değil, “birinin adamı” olmayı tercih ediyor.

Çünkü adamı olmanın getirisi, emeğiyle var olmaktan daha kârlı.

Bal tutan parmağını yalar;

bizimkiler ise elini kolunu bala sokmuş, sonra “benim hırsızım” diyerek meşrulaştırmış.

Vicdan değil, çıkar ölçüyor artık ahlakı.

Ama korkmayın, bu tablo kalıcı değil.

Çünkü bu kesim (%30’luk sadık kitle) sadakatten değil, menfaatten besleniyor.

Yarın güç değiştiğinde, onlar da yön değiştirir.

Yel dönerse, bayrak da döner.

Bu ülkede kimse, “ilke” uğruna bedel ödemeyi sevmez.

Güç neredeyse, inanç da oradadır.

İşte bizim toplumsal hastalığımız tam da bu:

Biat kültürüyle büyüyüp demokrasi istemek...

Feodal ahlakla modernleşmeye çalışmak...

Sopa korkusuyla özgürlük talep etmek...

Ve sonra, bir güvercin gibi gökyüzünü değil, kafesin içini yadırgamak...

Çünkü kafes, tanıdıktır.

Gökyüzü ise tehlikeli.

-----