Tanıdık bir yabancı gibi…

30 yıl casusluk yapan 55 yaşındaki İngiliz, emekli olur ve sakin bir sahil kasabasına yerleşir. Onca yıl süren kaosun ardından kendi gerçek kimliğiyle hayatın tadını çıkaracaktır artık… Ancak çok geçmeden dehşetle şunun farkına varır: Kendine fena halde yabancılaşmıştır. Zira 30 yıl işi gereği sahte kimliklerle, başkası gibi, kaçak bir yaşam sürmüştür. Ve ilk kez, kendi gerçek kimliğiyle yüzleşmek zorunda kalır. Ben kimim sorusunu sorup durur kendine. Girdiği kılıklarla, kendisi arasında gidip gelir sık sık. Gerçek kimliğine bir türlü ısınamaz. Kişiliği bölünmüştür zira. Ve terk eder sahil kasabasını. Ancak nereye gitse huzursuzdur. Ve aradığı tek bir kişi vardır: Kendisi…

Bizler de bu emekli casus gibi yaşıyoruz hayatlarımızı biraz da…

Daha çocukken çıkarlarımız gereği yalakalık, ağlama krizleri, yalvarmak, tepinmek, şımarıklık gibi maskaralıkları keşfediyoruz. Bunların istediklerimizi elde etmenin araçları olduğunu öğrenirken, gerçek kişiliğimizden uzaklaşıyoruz.

Sonraları öğretmenlerimize, arkadaşlarımıza, ailemize, çevremize yalan söyleriz… Zira hayatlarımızın daha kolaylaştığını görürüz.

Büyüdüğümüzde hayatımıza giren insanlar karşısında da gerçek kimliğimizi saklarız. Bu tavır işimize gelir.

İş yaşamında da devam eder bu durum. Kimseyi gerçek kimliğiyle göremezsiniz oralarda. İnsanlar çok çabuk araziye uymayı öğrenerek düzenin istediği tip olmayı seçer. İşimizi kaybetmemek ve de terfi için yaparız bu işi. Çok uzun yıllar, itle dalaşmaktansa, çalıyı dolaşmayı seçeriz.

Evliliklerimiz de payını alır bu işten. Gerçek kimliğimizi tam olarak bilmez evli olduğumuz insanlar. Şirkete çevirdiğimiz evliliklerimizde, çıkarlarımız gereği her kılığa girip çıkarız durmadan. Ve yoruluruz. Kendi kimliğinin dışında yaşamak çok zordur zira. Ancak biliriz ki, çok güçlü bir birey olmadan gerçek kişiliğinle ortaya çıkmak çok tehlikelidir. Zarar görmemiz kesindir. O zaman saklan usta…

Hayatlarımızın her alanında sürüp giden bu kendini gizleme ve başka birisi gibi görünme hali, zamanla gerçek kimliğimizin önüne geçer. Bocalayıp dururuz. İçimiz sıkışır, kafamız karışır, inandığımız değerler baskı altında ezilir, yamulur, değersizleşirler. Bu da içimize sakladığımız gerçek kişiliğimizi örseler. Ancak vazgeçemeyiz bu ikiyüzlülükten. Zira gerçek hayatın balta girmemiş bir orman kadar vahşi, insanların çoğunun ise acımasız olduğunu biliyoruz artık…

Ve günün birinde emekli olup gerçek kendimizle baş başa kaldığımızda, İngiliz casus gibi dehşete kapılırız... Önümüzdeki hayatı gerçek kişiliğimizle yaşamak zorundayızdır. Ancak çok uzun yıllar o kişiliğin uzağında yaşadık ve kendimize tanıdık bir yabancıyız artık…