Su uyur düşman uyumaz

Çok güzel bir ülkede çok mutsuz ve gelecekten endişeli yaşayan bir toplum haline geldik. Bunu görmemek için kör olmak lazım. Birbirinden kopuk, birbirinden çok farklı, kendisi gibi düşünmeyenlere düşman gözüyle bakan bir millet olup çıktık. Türk dedik, Kürt dedik, laik dedik dindar dedik, Cumhuriyetçi-şeriatçı-tarikatçı-cemaatçi diye gruplara ayırdık insanımızı. Böldük, parçaladık, karşı cepheler yaratıp durduk. Üstelik bunu siyaset yoluyla geliştirdik. Birbirini sevmeyen, berikini kabullenmeyen, ilerici-gerici diye ayırdık nüfusumuzu. Dostça, kardeşçe, sevgiyle birbirimize sarılmak, bu güzel topraklara birlikte sahip çıkmak, son yıllarda giderek artan dış tehlikelere birlikte göğüs germek varken, biz tutmuş ayrılıkçı ve bölücü iklimin rüzgarını kasırgaya çeviriyoruz. Türkiye gerçekten son çeyrek asırdır, çok büyük değişimler yaşadı. Eskinin oturmuş ve yasalarıyla güçlü devleti, günümüzde disiplin fay hatlarını çatlattı desek yeridir. Meydana gelen şiddetli sarsıntı, tüm kurallara ve kurumlara zarar vermekle kalmadı, sistemi ve yönetim tarzını tepetaklak etti. Parlamento’nun gücü eridi, yargı tartışılır hale geldi, eğitim dini ağırlıklı bir çizgiye çekilerek kargaşa ortamına savruldu. Her gün değişen kararlar, her gece çıkan torba yasalarla ülkemiz ve yönetimi

tanınamayacak hale geldi. Partizanlık aldı başını gitti. Ehliyet ve liyakatin yerine biat ve sadakat anlayışı geldi. Böyle bir ortamda da, çok zor duruma düşürdüğümüz ekonomimizi düzeltemiyor, halkın çok ciddi geçim sıkıntısını hafifletemiyoruz tabii. Ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı unuttuk. Gırtlağımıza kadar borca batmış durumdayız. Çok büyük faizlerle bulduğumuz parayla günü kurtarıyoruz. Tüketici bir toplum olduk. Hayat pahalılığından ve geçinememekten şikayet ediyoruz ama, hepimizin elinde pahalı telefonlar, üstünde koruyucu giysiler, bileğinde çakma da olsa gösterişli saatler var. Elektrik parasını ya da evin aidatını ödeyemeyenler, taksitle kolayca aldıkları araçlarına benzin parası yetiştiriyorlar ama. Halkın büyük bir kısmı açlık ve yoksulluk çekiyor doğru, fakat şehir merkezlerindeki iyi lokantaların kafe ve giyim dükkanlarının, alışveriş merkezlerinin çoğu da dolu değil mi? Nüfusun yüzde 5’i bile yararlansa buralardan, gözler boşu değil doluyu görüyor nedense. Ya da öyle gösteriliyor. He rneyse, 2026 yılına iyi girmiyoruz ve böyle giderse korkarım 2025 yılını bile ararız. Devletin korkunç israfına, ekonomideki zikzaklarına mani olamazsak, yönetimin oy kaygısıyla (yanan sobaya çıplak elle sarılmasını) önleyemezsek, daha sıkıntılı ve sorunlu günler yaşarız. Kürt sorunuyla yatıp kalkıyoruz. Sanıyoruz ki, bu sefer problemi çözecek ve kardeşçe yaşayacağız.

Keşke öyle olsa, keşke halledebilsek ve milletçe sevinsek. Ama kazın ayağı öyle değil işte. 30-40 silahı bırakmakla çözülmüyor sorun. İmralı’daki cani neler istiyor neler… Kandil’dekiler, Suriye’deki uzantıları onu muhatap bile almıyorlar. Milletin olanlardan ve gelişmelerden doğru dürüst haberi yok. İmralı’da neler görüşüldü, neler konuşuldu, ne sözler verildi bilmiyoruz ki… Güya müttefikimiz Amerika, öteden beri Kürt’lerle içli dışlı. Kürtlerin arkasında ve geleceğinde hep Amerika var. Biz İmralı’yla konuşuyoruz ama, perde arkasında Kürtlere maddi manevi her türlü yardımı yapan, modern askeri araç ve silahlarla donatan Amerika değil mi? Büyük Ortadoğu Projesi’nin patronu ne derse onu yapmıyor muyuz? Avrupa’nın tamamı Kürt’leri destekliyor. Yerel yönetimlere özerklik için bastırıp duruyorlar. Arap dünyası bile karşımıza geçti. Yüzümüze gülen Araplar, düşmanlarımızla kolkola girdiler bile. Bakın bakalım o Katar şeyhi, Birleşik Arap Emirliği Sultanı nerelere gidiyor, aleyhimizde ne nutuklar atıyor, ne anlaşmalar imzalıyorlar? Güzel nutuklarla, pembe hayallerle, olmayan hedeflere dualarla yürümüyor işler. Biz kendimizi güçlü görüp göstererek moral kazanmayı ve en azından bozulan moralleri propaganda yoluyla düzeltmeyi düşünebiliriz. Ama gerçekler üstümüze üstümüze geliyor. Sorunlar siyaseti, siyasi gelecekleri ve menfaat hesaplarını aştı gitti. Artık siyasi ayak oyunlarını, siyasi çekişmeleri filan bir yana bırakıp, suni gündemler yerine gerçek sorunları tartışacak, çözüm üretecek ortamlar yaratmalıyız. Güllü’yü kim öldürdü, hangi gazeteci veya sunucu esrar içiyor, kokain çekiyor, hangi futbolcu ya da hakem bahis oynadı gibi polisiye konulardan çok daha ciddi, kamuoyunun önünde tartışılması gereken hayati iç ve dış tehlikelerimiz, konularımız var. Bunlara odaklanmalı, milleti rahatlatacak kararlar almalı, vergi üstüne vergi salarak ekonomik göstergeleri değiştirmeye çalışmak yerine, dar gelirlilere nefes aldıracak imkanlar yaratmalıyız. Tüketici toplumu üretici topluma döndürmek, Türk Milletini ayrıştırmamak, Kürtçülük ateşine odun taşımamak, dini siyasete alet etmekten vazgeçmek, hak-hukuk-adaleti gerçekleştirmenin samimi yollarını aramak başlıca ve kaçınılmaz ödevimiz olmalıdır. Şunu unutmamalıyız ki, su uyur düşman

uyumaz. Sorunlar içinde debelenmekten, çözüm yerine sorun üretmekten,birbirimize düşmanca davranmaktan süratle vazgeçmeliyiz. Güçlü Türkiye’ye kimse dokunamaz. Ama zafiyetler içinde bocalayan bir ülke, düşmanlarının iştahını kabartır, kötülük yol ve senaryolarını artırır.