Ortadoğu'nun kırılgan eşiği

Siyaset Bilimci- İBB Avrupa Birliği ve Dış Politika Komisyonu Başkanı

İran–İsrail Çatışması ve Yeni Jeopolitik Gerilim İsrail ile İran arasında üçüncü gününe giren çatışmalar, artık geleneksel askerî karşılaşmanın ötesine geçmiş durumda. Bölgeden gelen görüntüler, yıkılmış binalar ve panikle koşan sivillerin ötesinde; çok daha derin ve uzun vadeli bir dönüşümün habercisi olabilir.

Bu yaşananlar, yalnızca Tel Aviv ile Tahran arasında değil; uluslararası sistemin ne kadar kırılgan, diplomatik kapasitenin ne kadar daralmış olduğunu da yüzümüze çarpıyor. İsrail’in saldırılarında seçtiği hedefler (nükleer tesisler, komuta merkezleri, üst düzey isimler) yalnızca İran’ın nükleer programını durdurmaya değil, rejimin askeri kapasitesini ve karar alma mekanizmalarını da felce uğratmaya yöneliktir.

Bu; askeri bir operasyon olmanın ötesinde, doğrudan rejimin sinir uçlarına yapılan stratejik bir müdahaledir. Bu müdahalenin arkasında doğrudan ABD’nin askeri varlığı görünmese de İsrail’in yalnız hareket etmediği çok açıktır. Washington yönetimi, görünürde temkinli ve mesafeli duruyor ancak, sahadaki bilgi, teknoloji ve savunma desteği, kapalı kapılar ardında iş birliği yapıldığının resmidir. Ne var ki yaklaşan başkanlık seçimleri, iç politik dengeler ve toplumsal yorgunluk, ABD’nin aktif bir savaşa girmesini zorlaştırıyor. Böylece, yalnızca İsrail değil, Amerikan dış politikası da bölgedeki sınırlarını test ediyor.

Çatışmanın başka bir boyutu enerji. İran’ın Güney Pars sahasına yapılan saldırı ve Hürmüz Boğazı’nda yükselen tehdit, dünya ekonomisinin kırılgan damarlarına yönelmiş bir baskıyı beraberinde getiriyor. Petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki artış, yalnızca bir ekonomik reaksiyon değil, aynı zamanda jeopolitik dalga etkisinin de ilk halkaları. Enerjiye bağımlı ülkeler, bu krizi yalnızca Ortadoğu’da yaşanan bir gerilimden ziyade kendi evlerine sirayet eden bir belirsizlik olarak okuyor.

Peki ya diplomasi?

Ne yazık ki, bu alanda tablo daha da karanlık. Birleşmiş Milletler’in çağrıları etkisiz, Avrupa Birliği sessiz, bölgesel aktörlerin ise inisiyatif alacak gücü ve koordinasyonu yok. Türkiye ve Katar gibi ülkeler arabuluculuğu teklif etse de bu girişimlerin henüz etkili bir masaya dönüştüğü söylenemez. Dahası; dönüşeceği de belirsiz !

Bu sessizlik, sadece çatışmayı değil, uluslararası düzenin yönsüzlüğünü de açığa çıkarıyor. Bugün geldiğimiz noktada, İran–İsrail çatışması sıradan bir kapışma değil; küresel kırılganlığın, diplomatik daralmanın ve enerji merkezli yeni bir soğuk savaş senaryosunun ayak sesidir. Diplomasi bu yangını söndüremezse, geleceğin tarihi bu günleri bir dönüm noktası olarak yazacaktır.

Peki Türkiye nerede duruyor?

Bu çatışma, Türkiye açısından sadece dış politik bir gelişme değil, doğrudan etki potansiyeli taşıyan çok boyutlu bir krizdir. İran sınır komşusu; İsrail, NATO müttefiklerinin yakın ortağı. Türkiye ise bu iki eksen arasında hem denge kurmak, hem de krizi yöneten değil yönlendiren bir aktör olmak zorundadır. Enerji güvenliği açısından bakıldığında, Hürmüz Boğazı’ndaki riskler Türkiye'nin enerji ithalatını ve fiyatlarını doğrudan etkileyebilir. Diplomatik düzlemdeyse, Türkiye arabuluculuk rolüne talip olabilir. Fakat bu; güçlü ve tutarlı bir dış politika gerektirir. Ayrıca çatışmanın Suriye ve Irak’taki vekil aktörler üzerinden yayılması, Türkiye'nin sınır güvenliğini de riske atar.

Kısacası, Ankara bu krizi bir jeopolitik pasiflik alanı değil, diplomatik inisiyatif fırsatı olarak değerlendirmeli. Aksi takdirde, yaşananlar sadece izlenen değil, hissedilen bir çatışmaya dönüşebilir.