İzmir, Misak-ı İktisadi, Enis Özsaruhan

Başlamadan önce, yazıma yer veren, Egesaati gazetesine ve sevgili İdris Akyüz’e çok teşekkür ederim. Tam 9 Eylül’de yayınlansın istiyordum ama, ben yazıyı geç yollayınca olmadı.

Ben 57 yıldır bilfiil Endüstri’de çalışan bir Yönetici/mühendisim. Tahsil hayatım da bu yöndedir. İhtisas alanım “Otomotiv’dir”. Ayni sürede, basında konularım ve azıcık ta siyaset ile ilgili makale yazarım.

Emekli olmadan önce İş hayatımda son “yönetici” görevim İzmir de idi. Bu; Cahit Külebi’ nin tarifi ile “denizi kız, kızı deniz ve sokakları hem kız hem deniz kokan şehirde” hayatımın en güzel 12 yılını geçirdim. Hala her fırsat çıktığında gider, kendime için hasret giderir orada iken edindiğim vaz geçilmez dostlarımı görürüm…

Çok zamandır hem İzmir’i, hem de İzmir’de 35 yıl önce tanıştığım sevgili dostum Enis Özsaruhan’ı yazmak istiyordum.

Niye İzmir? niye Enis Özsaruhan?

Bu suallere tam cevap bulmak için 1922’ lere gideceğiz.

11 Kasım 1922’ de İsviçre'nin Lozan şehrinde; Osmanlıyı yenen ve esir alan Avrupa’ lı Ülkelerin daveti ile, Daha resmen kurulmamış olan “Yeni Türk devleti” arasında “Lozan Barış Konferansı” yapıldı. ABD; (halen imzalamamıştır) baştan itibaren sadece gözlemci olarak, Boğazların görüşüldüğü komisyona ise Sovyetler Birliği Birliği, Romanya ve Bulgaristan taraf olarak katıldı. 8 ay ve 2 kısımdan oluşan Konferans tarafların karşılıklı verdiği ödünler sayesinde 23 Temmuz 1923' te İmzalandı ve yürürlüğe girdi.

İzmir İktisat Kongresi ise, 17 Şubat 1923 günü Manisa temsilcisi Kazım Karabekir, Asım ve Fevzi Çakmak Paşalar ile Rus Büyükelçisi Aralof ve Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilof'un yani sıra, Türk tarafı işçi ve işverenlerin de katılımları ile, Lozan Görüşmelerinin “anlaşmazlıktan” durduğu 4 Şubat’ tan sadece 2 hafta sonra İzmir’de başladı;

Büyük Atatürk’ün akıllıca zamanlaması ile tüm Dünya’ ya Cumhuriyetin gelmekte olduğu, T.C.’nin Liberal Parlamenter Demokrasi ile yönetileceğini, ancak Sovyetler ile Kurtuluş Savaşı’ndan beri sürmekte olan iyi ilişkilerin de devam edeceğini Lozan’a anlaşmazlık yüzünden ara verildiği tarihten sadece 2 hafta sonra Dünya’ ya duyurulmuştu. O dönemde Sovyet Rusya ile dostluk, bugün olduğu gibi Batılılar için çok önemli idi..

Büyük Millet Meclisindeki görüşmelerden, artık Türk vatandaşlarının hem işlerinin hem hayatlarının bir “Sultanın” sözleri ile değişemeyeceği anlaşılıyordu..

Bunun garantisini veren şahıs ise; en yakınları tarafından dahi “Sultan ilan edilmek için” baskı altına alınan kişiydi.

Ekonomik açıdan ciddi ve planlı biçimde ele alınan, hem ulusal hem global bir kongre olarak sayılan misak-ı iktisadi, temelde şu kararları aldı.

· Yerli malı kullanılması ve yaygınlaşmasını sağlamak

· Teknik eğitimin geliştirilmesi

· Yerli hammaddeler ile sanayi oluşturulması.

· Küçük imalatlardan büyük şirketlere geçilmesi.

· Sanayi teşvikiyle birlikte milli bankalar kurmak.

· Yabancı tekellerden kurtulmak; Ancak gerektiğinde Yabancı sermaye ve teknolojiye kapıyı açık tutmak.

Cumhuriyet; onlarca yıl bu düsturlara sadık kalarak; gerek; Batı Dünyası’nın, gerekse Sovyetlerin karşılıklı olarak korktukları gibi ne Londra, ne Moskova yanlısı, ne de kendilerine, 600 yıldır yaptıkları gibi haksız menfaat sağlamak için etrafında dolanan bazı mihrakların yanlısı olmuştu. (1950’ ye kadar!)

Ülkeyi yönetirken bir disiplin içinde ve vatandaş seçimine bağlı kalarak yönetmek için 9 Eylül 1923’de Cumhuriyet Halk Fırkası kurulmuş, ( daha sonra partisi; CHP); ve 1924’ de Gölcük tersanesinden başlayarak, 1949’ da Murgul Bakır işletmelerinin kurulmasına kadar; 300’ ü aşkın Endüstriyel üretim şirketi kurulmuş, yollar barajlar, elektrik santralları yapılmıştır.

1949’da ise Türkiye Avrupa Konseyi'ne kabul edilerek bir Avrupa Kıtası Ülkesi olduğu Resmen tescil edilmiştir. Bu dönemde yapılan tüm bu eserler ve yatırımlar gerçekleştirilirken tek kuruş bile borç alınmadığı gibi Osmanlı'nın bıraktığı Düyun-u Umumiye borçları da ödenmiştir.

Üstelik, 1929 -1932 arası Dünya tarihinde şu ana kadar yaşanan en büyük kriz olan "Dünya Ekonomik Bunalımı" dönemi “ Ülkemize teğet geçmemiştir!

1939 - 1945 arası ise Dünyanın yıkıma sürüklendiği II. Dünya Savaşı dönemidir. Bu dönemde tüm dünya kana bulanır ve komşu ülkelerde bile milyonlarca insan ölürken; tek bir Türk vatandaşının burnu kanamamıştır.

1923’de 13 milyon olan nüfus; 1950 de 21 milyon olmuş; buna rağmen 1923 de 66 dolar olan kişi başına milli gelir 140 dolar civarına çıkmıştır.

1920’de Osmanlı’da okuma yazma oranı en çok %7 idi. (Bu oran sadece erkekler arasında ölçülmüştür ve kadınların oranı belli değildir. Ancak yüzdeler ile değil, ancak bindeler ile ölçülebildiği tahmin ediliyor. 1950’ de Cumhuriyet ve yeni harfler ile bu oran (6 yaş üstü) erkeklerde % 43,67, kadınlarda % 16,84, toplamda % 30,22 olmuştur..

Bu dönemde, İnönü’ nün çıkartmak istediği Toprak Reformu kanunu görüşmeleri başlayınca, CHP’ de toprak ağası, büyük toprak sahipleri olan üyeler itiraz etmişler; 4'lü takrir denilen bir itiraz yapmışlar.

Neticede 7 Haziran 1945' te CHP'li Celâl Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü'nün çıkan, (veya çıkartılan!) bu anlaşmazlık yüzünden CHP’ den ayrılıp Demokrat Parti’yi kurmuşlardır.

Demokrat Parti; ABD’nin de destekleri ile, 1950 seçimlerini kazandı; ve ülkede ileride daha da keskinleşecek olan “kapitalizm/serbest pazar ekonomisi” uygulanmaya başlandı.

Ancak, komik uygulamalar ile bir taraftan serbest pazar, demokrasi şarkıları söylenirken, devlet her işe karışır, siyasi kararı kimseye bırakmaz oldu. Özel sektör güya “serbestti” ama, bürokrasi Osmanlı’daki Fransız bürokrasisini geçmişti.

Bu dönemde güya ülkedeki ticaret ve sanayi şirketlerinin desteklenmesi için DP tarafından Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği 15/3/1950 tarihinde kuruldu.

Teorik olarak Devlet kontrolunda değilmiş gibi görünüp, kurulduğundan beri siyasileşmiş bir -bence- lüzumsuz bir kurumdur. Bugünkü durumunu anlamanız için bir rakam vereyim. 1950’ den bu yana 19 kişi ortalama 2/3 yıl başkanlık yapmış; 2002’ de seçilen 20’inci Başkan Rıfat Hisarcıklıoğlu ise, Ülke işadamları için müthiş bir şeyler yapmış olmalı ki; tam 24 yıldır başkan!!

İşte Enis Özsaruhan da tam burada devreye giriyor.

Enis Özsaruhan’ın babası, Raşit Özsaruhan tel halat ve kaynak elektrotu üretmek için Metaş demir-çelik fabrikasını 1955’de İzmir’de kurdu. Zamanında sadece Ege’nin değil Türkiye’nin en önemli ağır sanayi yatırımlarından biri idi.

Bu aileden yetişen Enis de payına düşeni yerine getirdi ve İzmir’de OPEL otomobil fabrikasının kurulması için ciddi gayret gösterdi. 2000’ li yıllara gelinirken kendilerini sahipsiz gören Türk sanayicileri ve iş adamlarının kurdukları dayanışma dernekleri çoğalıyor, “beraberce nasıl kuvvetli oluruz, nasıl dayanışırız” diye görüşmeler yapılıyordu.

Bu dönemde -kendisi de ayni istekler ile kurulmuş olan- TÜSİAD’ın da desteği ile, başı çeken Ege derneklerinin yöneticilerini de biraya toplayan Enis Özsaruhan (O dönemde Ege Sanayici ve İşadamları Derneği’ne (ESİAD) Başkanı idi;

Diğer SIAD’ ların katılması ile 3 yıllık bir çalışma sonunda fiili olarak TÜRKKONFED kuruldu; ve çok hak ettiği gibi Enis Özsaruhan da Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı oldu.

Bağımsız ve gönüllü yapısı dikkate alındığında Türkiye’nin en büyük sivil toplum örgütü olan TÜRKONFED; gücünü ve etkinliğini, iş insanlarının üye olduğu federasyon ve derneklerinden alarak çatısı altında 26 bölgesel, 5 sektörel olmak üzere 31 federasyon, 340 üye dernek üzerinden 100 bine yakın şirket bulundurmakta.

AB’ye bir gün üye olursak, İş hayatımız ile ilgili en önemli görevlerden biri de TÜRKKONFED’e düşecek; Çünkü 70 yıldır “serbest pazar ekonomisi” iddiasında bulunan ülkemizde, sahiden sivil ve bağımsız, yegane iş dünyası örgütü bu.

Bu kuruluşun aynisini AB ve ABD’de farklı isim ve şekillerde bulabilirsiniz. İşin ruhu devleti karıştırmadan görüşerek ve beraber çalışarak bir “şeyler” geliştirmek, bazen bir mal, veya bir hizmet üretmek.. Devletin gücünü de kullanarak kendi teknolojisini uygulamak ve geliştirmek..

Bizim, Enis Özsaruhan gibi insanların, olmaları gereken yerlerde bulunmalarına çok ihtiyacımız var. Hayatımızın her yer ve evresinde geçerli..

İşte size Hasan Tahsin’den başlayıp, Mustafa Kemal Atatürk’e, ve Enis Özsaruhan’a kadar uzanan, kısaca benim ilgi alanıma giren konularda bir İzmir ve İzmirli yazısı. Sizlere vaktim elverdikçe, ülkemizin gururu olan Ege’den yazılar yazacağım..