Orman yanıyordu. Göğe uzanan dallar, alevlerin ellerinde kıvranıyor; duman, gökyüzünü kara bir perdeyle örtüyordu. Kuş sesleri çoktan susmuş, toprağın kalbi hızla atmaya başlamıştı. Tam o anda, kızıl dumanın içinden bir ceylan belirdi. Gözleri kocaman bir korkunun aynasıydı. İnce bacakları titreyerek koşuyor, alevlerden uzaklaştıkça yeniden doğmak ister gibi toprağa basıyordu. Onu izlerken yalnızca bir hayvanın değil; bütün ormanın, bütün canlıların kurtulmak için çırpındığını görüyordum.
Ceylan, sadece kendini kurtarmıyordu aslında; kaçışıyla bize bir şey anlatıyordu. Diyordu ki: “Benim yangınım, sizin yangınınızdır. Benim kaybolan yuvam, sizin geleceğinizdir. Alevler beni kovalar ama asıl size yaklaşır.”
Belki de bu yüzden, o an bana sadece acı değil, büyük bir utanç da verdi. Çünkü biliyordum: Yangının ardında çoğu kez insanın eli, ihmali, hoyratlığı vardı. Ama sonra düşündüm… Belki de bu kaçış, sadece bir son değil, aynı zamanda bir başlangıçtı. Çünkü ceylan koşarken, arkasında kül bıraksa da önünde yeni filizlerin ihtimalini taşıyordu. Doğa, her yangından sonra küllerin içinden yeniden doğmayı bilir. Asıl mesele, bizim ona izin verip vermeyeceğimizdir. Yangından kaçan ceylan, bana sessizce şunu fısıldadı: “Ormanı yeniden büyütecek olan sizsiniz. Beni değil, kendinizi kurtarmak için koşun.”
Demir uyku
“Uyandırın demir uykusundan ormanımı
Ben seslerini istiyorum kuşlarımın
Nasıl silinir bu kan toprak üzerinden
Şimdi hangi yüzünü verir toprak bize
Ve biz hangi yüzle öperiz yanık dudağını”
Kemal Kantar
Şiirin ilk dizesi, “Uyandırın demir uykusundan ormanımı” ifadesiyle açılır. Burada “demir uyku” tabiri hem donmuş, ağır bir sessizliği hem de şiddet sonucu ortaya çıkan ölümcül bir durağanlığı betimler. Orman, yalnızca ağaçların değil; kuşların, seslerin, yaşamın bütünüdür. Demir, katılığı ve sertliğiyle doğanın doğal devinimini durduran bir güç olarak sunulmuştur. Böylece şiir, doğanın üzerine çöken baskıcı ve yapay bir sessizliğe işaret eder.
İkinci dizede geçen “Ben seslerini istiyorum kuşlarımın” ifadesi, kaybolan bir doğallığın ardından duyulan özlemi dile getirir. Kuş sesi, hem doğanın canlılığını hem de insanın içsel huzurunu simgeler. Burada kuşların suskunluğu yalnızca bir ekolojik kaybı değil; aynı zamanda insanın kendi iç sesini kaybedişini de imler.
“Nasıl silinir bu kan toprak üzerinden” dizesi, şiirin merkezinde yer alan travmatik sorguyu ortaya koyar. Toprağın üzerine sinmiş kan, insanın doğaya verdiği zararın kalıcılığını anlatır. Bu noktada doğa, bir tanık değil, doğrudan bir kurbandır. Hemen ardından gelen “Şimdi hangi yüzünü verir toprak bize” sorusu, toprağın ikili yüzünü vurgular: yaşamı besleyen anaç yönü ve ölümün izlerini saklayan acı dolu tarafı.
Şiirin son dizesi olan “Ve biz hangi yüzle öperiz yanık dudağını” ifadesi, insanın kendi suçluluğu ile yüzleşmesini dile getirir. Doğayı yakmış, yaralamış olan insan, şimdi onunla barışmaya çalışmaktadır. Ancak bu barış arayışı, masumiyetini yitirmiş bir insanın ikircikli duygularını barındırır. “Yanık dudak” metaforu, hem savaşın hem de ekolojik yıkımın izlerini taşır.
Şiirde kullanılan dil, yalın olmakla birlikte yoğun bir sembolizm içerir. Demir, kan, toprak ve yanık dudak imgeleri; doğa, savaş ve insan arasındaki gerilimi derinleştirir. Anlatımda retorik soruların sıkça kullanılması, okuru da bu travmanın tanığı olmaya davet eder.
“Demir Uyku”, insanın doğaya karşı işlediği suçların şiirsel bir kaydıdır. Değerli şair Kemal Kantar, bu şiirle yalnızca bir ekolojik ağıt değil; aynı zamanda insanın kendi vicdanına yönelttiği derin bir soru soruyor.