Hayatınızda figüran olmayın

“Bir millet, kendisini hiçe sayarak yabancıların manevi kölesi olursa, er geç maddi kölesi de olur. Hikmetin esası ferdin ve milletin kendi kendisini bilmesidir. Milli şuur kendi milletinin varlığını tanımak ve bilmek demektir. Fakat bu yeterli değildir. Biz bugün değişen dünya ortasında, kanunda denildiği gibi, kendimize has özellikleri kaybetmeden, çağa uygun, yeni, ileri, güzel bir kültür ve medeniyet vücuda getirmek zorundayız. Milliyetçilik asla bir narsisizm, ayna karşısına geçerek kendisine hayran olmak değildir.” Prof. Dr. Mehmet Kaplan

Bir milletin kendi varlığını tanıması, yalnızca tarihî bir bilinç meselesi değil, aynı zamanda geleceğe dair bir irade beyanıdır. Kendini tanımayan toplumlar, başkalarının gölgesinde yaşamaya mahkûmdur. Çünkü ruhen başkasına bağımlı hâle gelen bir millet, bir süre sonra maddî bakımdan da esaret zincirlerini boynuna geçirir. Bu sebeple hikmetin, yani derin bilginin ve doğru düşüncenin esası, ferdin ve milletin kendi varlığını bilmesi, sınırlarını, imkânlarını ve ideallerini fark etmesidir. Millî şuur, sadece geçmişe duyulan duygusal bir bağlılık değildir. O, tarihin bir hatırası olmaktan ziyade, bugünün dünyasında yön bulmayı sağlayan bir iç pusuladır. Kendi milletinin varlığını tanımak; dilini, kültürünü, değerlerini idrak etmek; bu unsurların çağdaş medeniyetle olan ilişkisini kavrayabilmek demektir. Bu bilinç, bireye kimlik kazandırır; topluma ise birlik ruhu aşılar.

Ancak, yalnızca “kendini bilmek” yetmez. Dünya sürekli değişmekte, değerler, üretim biçimleri ve düşünce kalıpları yenilenmektedir. Bu değişim karşısında milletlerin görevi, özlerinden vazgeçmeden bu dönüşümün bir parçası olabilmektir. Kanunlarımızda da vurgulandığı gibi, hedef; kendimize has özellikleri kaybetmeden, çağa uygun, yeni, ileri ve güzel bir kültür ile medeniyet inşa etmektir. Aksi takdirde, ya geçmişe saplanıp kalırız ya da kimliğimizi yitirip yabancı kültürlerin taklitçisi oluruz.

Milliyetçilik, kimi yanlış anlayışlarda görüldüğü gibi, bir narsisizm biçimi değildir. Kendine hayranlıkla ayna karşısında oyalanan bir ruh, ne kendini geliştirebilir ne de insanlığa katkıda bulunabilir. Gerçek milliyetçilik, kendi kültür köklerinden güç alarak yeni değerler üretebilmektir. Yani geçmişin bir övünç vesilesi olmasının ötesinde, geleceğin yaratıcı enerjisini besleyen bir kaynaktır. Bu anlayış, kapalı bir benlik değil, evrensel kültüre kendi sesiyle katılan bir özgüven tavrıdır.

Bugün bize düşen görev, tarihimizin ve kültürümüzün bir yük değil, bir imkân olduğunu kavramaktır. Dilimizdeki incelikleri, sanatımızdaki derinliği, düşüncemizdeki köklülüğü çağdaş dünyanın diliyle ifade edebildiğimiz ölçüde hem kendimizi hem insanlığı zenginleştirmiş oluruz. Çünkü kültür, durağan değil; tıpkı insan ruhu gibi, sürekli bir yenilenme hareketidir. Bu yenilenme, taklitten değil, öz bilincin yaratıcı yorumundan doğar.

Gerçek millî kültür, geçmişin mirasını bugünün ihtiyaçlarıyla yoğurarak geleceğe yön verebilen kültürdür. Kendi varlığını bilmeyen bir millet, başkalarının hikâyesinde figüran olmaya mahkûmdur; oysa kendini bilen millet, insanlık tarihinin yeni sayfasını yazacak kudrete sahiptir.