Bir film sahnesini düşünelim: İki karakter sessizce karşı karşıya durmuş, göz göze bakıyor. Çıt çıkmıyor, yalnızca nefes alışverişleri duyuluyor. Arka planda gerilim dolu bir müzik yükseliyor. Seyirci, birazdan bir kavga çıkacağına, ilk darbelerin atılmasının an meselesi olduğuna ikna oluyor. Ancak aynı sahneye romantik bir melodi eşlik etse, izleyici bu iki karakterin kavgaya değil, öpüşmeye hazırlandığını düşünecektir. Yani müzik, görüntünün anlamını değiştirebilir; hatta duygusal yönlendirme gücüyle sahneyi bambaşka bir deneyime dönüştürebilir. Bu durum, film müziğinin sinema algımız üzerindeki olağanüstü etkisini açıkça gösterir.
Film müziğinin kökeni sessiz sinema dönemine dayanır. Oyuncuların sesini henüz duyamayan seyirciye, salondaki piyanistler veya orkestralar eşlik ederdi. Bu müzik yalnızca atmosfer yaratmakla kalmaz, aynı zamanda projektörün gürültüsünü bastırarak pratik bir işlev de üstlenirdi. Piyanistler çoğu zaman doğaçlama yapar, kovalamaca sahnesinde hızlı tempolu bir eser, kahramanın ortaya çıktığı anda coşkulu bir melodi çalarak seyircinin duygusal yönelimini belirlerdi.
Bu dönemde müzik genellikle önceden bestelenmiş parçalardan seçilirdi. Ancak 1908’de Camille Saint-Saëns’ın L’Assassinat du duc de Guise (Guise Dükü’nün Öldürülmesi) filmi için özel olarak bestelediği müzik, sinema tarihinde bir dönüm noktası oldu. İlk kez bir film için özgün bir besteye başvurulmuştu.
1920’lerin sonlarında sesli filmlerin ortaya çıkışıyla birlikte müziğin rolü daha sistematik hale geldi. Artık filmin her gösteriminde aynı müzik kullanılabiliyor, besteler doğrudan sahnelere göre düzenlenebiliyordu. Bu durum, yönetmen ve bestecilere izleyicinin duygularını çok daha bilinçli bir şekilde yönlendirme olanağı sundu.
***
1933 yapımı King Kong, bu yaklaşımın ilk örneklerinden biri oldu. Max Steiner’in bestesi, yalnızca sahneleri desteklemekle kalmadı; karakterlerin ve hikâyenin dramatik gücünü doğrudan şekillendirdi. Böylece film müziği, sinema anlatısının vazgeçilmez bir unsuru haline geldi. 1950’lerden itibaren film müziği yalnızca sinema salonunda kalmadı; aynı zamanda pazarlamanın önemli bir aracına dönüştü. Filmler için hazırlanan tema şarkıları radyolarda ve televizyonlarda çalınarak yapımların popülerliğini artırıyordu.
Modern sinemada film müziği çok yönlü işlevlere sahiptir. Öncelikle, sahnelere duygusal bir çerçeve kazandırır; izleyicinin sevinç, korku, hüzün ya da heyecan gibi hislerini yoğunlaştırır. Ayrıca müzik, karakterlere veya olay örgüsüne kimlik kazandırabilir. Örneğin bir karakter her göründüğünde aynı melodi çaldığında, seyirci bu sesi duyduğu anda o karakterle ilişki kurar.
***
Bunun yanı sıra müzik, mekân ve zaman algısını da pekiştirir. Tarihî bir filmde kullanılan orkestral eser, seyirciyi dönemin atmosferine taşırken; bilimkurgu yapımlarında elektronik sesler, geleceğe dair bir izlenim yaratır. Kimi zaman da sessizlik, müziğin yokluğu aracılığıyla, izleyiciyi daha yoğun bir gerilimle baş başa bırakır.
Dolayısıyla film müziği, yalnızca arka planda süren bir eşlikçi değil, anlatının aktif bir parçasıdır. Kamera, kurgu ve oyunculuk kadar, hikâyenin nasıl algılanacağını belirleyen temel öğelerden biridir.
Film müziği, sinema sanatının görünmeyen ama hissedilen kahramanıdır. Sessiz sinemadaki doğaçlama melodilerden günümüzün çok katmanlı orkestral ya da elektronik bestelerine kadar, her dönemde izleyicinin filmi deneyimleme biçimini belirlemiştir. Kimi zaman gürültüyü bastıran pratik bir araç, kimi zaman pazarlama unsuru, kimi zaman da karakterlerin ruhunu temsil eder… Ama her durumda, müzik olmadan sinema deneyimi eksik kalır.
Bir filmde müziğin yokluğunu düşünmek bile, onun vazgeçilmezliğini kanıtlamaya yeter.