Eylülün arkasından el sallıyoruz

“Eylül toparlandı gitti işte,

Ekim filan da gider bu gidişle” Turgut Uyar

Eylülün “toparlanıp gitmesi” ve ardından Ekim’in de “gidecek oluşu”, zamanın akışkanlığını ve insanın bu akış karşısındaki çaresizliğini hatırlatır. Özellikle sonbahar, edebiyat ve düşünce tarihinde kayboluşun, vedanın ve içsel hesaplaşmanın mevsimi olarak konumlanmıştır.

Eylülün bitişi, yazın canlılığından kopuşu, bir devrin kapanışını simgeler. Bu durum, bireysel düzeyde gençlikten olgunluğa, toplumsal düzeyde ise yenilenme arzusundan durağanlığa doğru bir geçişi temsil eder. Şairin “toparlandı gitti işte” ifadesi, sıradan bir zaman bilgisinden çok, insanın geri döndürülemez olanla yüzleşmesidir.

***

Ekimin de aynı akışa katılacak oluşu, sürekliliğin zorunluluğunu hatırlatır. Bu noktada zaman yalnızca fiziksel bir olgu değil, insan bilincinde derin bir varoluş kaygısına dönüşür. Çünkü her giden ay, aslında ömürden eksilen bir parçadır. Bu farkındalık, edebiyatta sık sık melankoli, hüznün estetize edilmesi ve “sonbahar ruhu” ile dile getirilmiştir.

Aynı zamanda, bu imgesel anlatı toplumsal bir boyut da taşır. Değişen mevsimler, toplumların dönüşümüne benzetilmiş; her eylül bir devrim, her ekim bir hesaplaşma olarak yorumlanmıştır. İnsan toplulukları için de zamanın akışı kaçınılmazdır; geçmişin mirası, geleceğin belirsizliğiyle birleşerek “şimdi”yi sürekli eriten bir baskıya dönüşür.

“Eylül toparlandı gitti işte / Ekim filan da gider bu gidişle” dizeleri yalnızca mevsimlerin sıradan değişimini anlatmaz. Onlar, bireysel varoluşun geçiciliğine, toplumsal belleğin sürekli yenilenişine ve zamanın insana yüklediği anlam arayışına dair derin bir imgelem sunar.

Sonbaharın ardından kış mevsimi yaklaşıyor ve şair-yazar Murathan Mungan’ın şiiri düşüyor hafızama:

“Kış başlıyor sevgilim

hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor

bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan

oysa yapacak ne çok şey vardı

ve ne kadar az zaman

kış başlıyor sevgilim

iyi bak kendine”