Hayat, bizi farklı yönlere savurmak konusunda ustadır. Büyürüz, şehir değiştiririz, yeni çevrelere karışırız; kimi zaman koşuşturmadan başımızı kaldıracak hâlimiz bile olmaz. Fakat ne kadar yol alırsak alalım, içimizde bir yerlerde hep o eski günlerin sesi yankılanır: tozlu sokaklarda koştururken duyduğumuz neşenin sesi, misketlerin çarpışması, saklambaçta nefesimizi tutuşumuz, akşam ezanıyla birlikte eve dönüş telaşı…
Ve yıllar sonra, bir gün, tesadüfen ya da bilinçli bir çabayla, o arkadaşlardan biriyle yeniden karşılaşırız. İşte o an içimizde tarif edilmesi zor bir şey olur: Sanki zaman, kolumuzdan tutup geçmişin kapısını aralar.
Çocukluk arkadaşlarıyla yeniden bir araya gelmek, unutulmuş bir parçanın yerine oturması gibidir. Yüzlere yılların gölgesi düşmüştür, sesler biraz kalınlaşmış, bakışlar biraz yorgunlaşmıştır ama tanıdık bir sıcaklık hemen kendini belli eder. Çünkü onları hatırlatan şey yüzleri değil, içimizde bıraktıkları izdir.
Buluşma anında konuşulanlar genelde değişmez: “Şu evi hatırlıyor musun?”, “Biz burada yuvarlanıp düşerdik…”, “Bir keresinde nasıl da korkmuştuk…” Cümlelerin içeriği basittir ama taşıdığı duygu ağırdır. Çünkü bu sohbetler sadece dünleri anmak için yapılmaz; aynı zamanda bugün kim olduğumuzu anlamak içindir. Çocukluk arkadaşları, bizi en hammaddemizle tanıyan kişilerdir. Onlar, bizi henüz kalıplara girmeden, hayat planlarıyla şekillenmeden, olduğumuz gibi görmüşlerdir.
Belki farklı hayatlar yaşadık, farklı yollar seçtik. Kiminin omuzuna yıllar ağır ağır çökmüş, kimimiz hâlâ içindeki çocuğu saklamakta zorlanmış olabilir. Ama yeniden bir araya geldiğimizde fark ettiğimiz en önemli şey şudur: Zaman değişir, mekân değişir, insanlar değişir ama çocukluk dostluğu değişmez; sadece derinlere iner.
O buluşmaların sonunda içimizde garip bir hafiflik kalır. Nedeni belki de şudur: Yeniden bir araya gelmek, geçmişte bıraktığımız halimize kısa bir ziyaret gibidir. İçimizdeki o çocukla yeniden temas kurarız; saklanmış, susmuş, yaş aldıkça görünmez olmuş o yanımızla…
Ve belki de bu yüzden çocukluk arkadaşlarımızla yeniden buluşmak bir şans değil, bir tür iyileşme biçimidir. Bizi unuttuğumuz yerlere götürür, kendimize hatırlatır; kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi, hangi sokakta büyüdüğümüzü…
Sonunda ayrılırken içimizden şu cümle fısıldanır:
“Keşke daha önce buluşsaydık.”
Ama aslında en doğru zaman belki de tam o andır. Çünkü her buluşma, geçmişle bugün arasında kurulan küçük bir köprü gibidir; hayatın karmaşasında kaybolan yanlarımızı yeniden bir araya getirir.