Bir ülkede avukatlar tutuklanıyorsa, sadece bireylerin değil, bizzat hukukun özgürlüğü gasp ediliyor demektir. Türkiye bugün bu eşiği çoktan aştı. Düşünün: Artık yalnızca yurttaşlar değil, onları savunmakla yükümlü avukatlar da hedefte. Dahası, tutuklanan avukatlara hukuki destek veren diğer avukatlar da yargı tehdidiyle karşı karşıya. Böyle bir tabloya hangi demokraside rastladınız?
Avukat tutuklamak, yargı sisteminin sigortasını söküp atmaktır. Bu sadece bir meslek grubuna değil, savunma hakkının bizatihi kendisine yönelmiş bir saldırıdır. Çünkü avukata yöneltilen tehdit, aslında her bir yurttaşın adalet önündeki temsil hakkının tehdit edilmesidir. Savunma makamının özgür olmadığı bir yargı, zaten baştan sakattır.
***
Dün Adalet Sarayı önünde yaşanan manzarayı gördünüz mü? Cübbeli avukatlarla kalkanlı polislerin karşı karşıya getirildiği bir ülkede, hukukun üstünlüğünden değil, gücün hukukuna geçildiğini ilan etmiş olursunuz. Bu, bir hükümet politikası değil; bir rejim değişikliğinin sembolüdür.
Üstelik bu sadece hukukla sınırlı kalmadı. Gazeteci Fatih Altaylı tutuklandı. İster sevin, ister sevmeyin; yazdıklarını onaylayın ya da eleştirin, fark etmez. Mesele onun fikirlerine katılmak değil, bir gazetecinin yalnızca düşüncelerinden ötürü -ki YouTube kanalında yayınladığı videosundaki cümlelerinin çarpıtıldığı çok net- tutuklanmasına karşı durmaktır. Demokrasi, tam da burada başlar: Sevmediğimiz fikirlerin de özgürce söylenebilmesinde.
***
Altaylı’nın tutuklanması, Türkiye’nin ifade özgürlüğü karnesine yeni bir kara leke olarak düşmüştür. Bir gazeteci, iktidarın hoşuna gitmeyen sözler söyledi diye yargı önünde linç ediliyorsa; bu, halkın haber alma hakkına yönelik topyekûn bir müdahaledir. Kaleme zincir vurmak, topluma gözbağı takmaktır. Bu baskı politikası, yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada dikkatle izleniyor. Zira avukatların ve gazetecilerin tutuklandığı ülkeler listesi bellidir. Venezuela, İran, Rusya gibi otoriter rejimlerin yanında yer almak, “hukuk devleti” iddiasında olan bir ülkeye yakışmaz. Türkiye, bu tabloya layık değildir.
Bugün avukatlar hedefte. Basın susturuluyor. Peki yarın? Herkes için “her an her şey olabilir” ihtimali, artık sadece bir paranoya değil, somut bir yönetim pratiğine dönüşmüş durumda. Bu bir kırılma anıdır. Susarsak, geriye yalnızca sessizlik kalır. O sessizlikte ne hukuk kalır, ne özgürlük, ne de demokrasi.
Şimdi susanlar, yarın seslerini arayacak yer bulamayabilir.