Coştukça coşuyorlar

Her konuşmalarında el yükseltiyorlar. Devlet Bahçeli, “Abdullah Öcalan Meclis’e gelsin DEM Parti Gurubunda konuşma yapsın” diyerek başladı. Ardından terörist başı Abdullah Öcalan için “Kurucu Önder” ifadesi kullandı. Son olarak da, “Bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı Kürt, bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı Alevi olsun” diyerek, hem etnik hem de mezhep kontenjanına dayalı bir yönetim biçimi önerdi.

Coştukça coşanlardan biri de, ABD Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi, emlakçı Tom Barrack… Önce Birinci Dünya Savaşı sırasında, hasta adam diye tanımladıkları Osmanlı Devleti’ni paylaşan Sykes-Picot haritalarını (1916) ve Sevr Anlaşmasını (1920) hatırlattı. Ardından hızını alamadı. “Osmanlı Millet Sistemi çok başarılıydı” diyerek bugünkü Ulus Devlet modelini ve Lozan’ı hedef aldı, ümmet esaslı bir devlet önermesi yaptı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da, “çok önemli açıklamalar yapacak” diye önceden merak uyandırılan konuşmasında, Türk-Kürt-Arap ittifakına dayalı, İslam referanslı ümmet yapısından söz etti.

15 Temmuz vesilesi ile yurdun her tarafında donatılan afişlerde Türk Milletinin adı, Türkiyeli Milleti diye değiştirildi. Almanyalı Milleti, Fransalı Milleti, İtalyalı Milleti, Türkiyeli Milleti, Türkiyeli Bayrağı, Türkiyeli Silahlı Kuvvetleri, Türkiyeli Milli Futbol Takımı, Türkiyeli Lirası gibi saçma sapan tanımlamalar henüz yapılmadı ama yakındır.

Son olarak ABD Büyükelçisi Tom Barrack, lafı hiç eğip bükmeden herkesin yüzüne karşı söyledi: “Orta Doğu’da güçlü ulus devletler, İsrail için tehdittir.”

Bahçeli’nin etnik ve dini temelli yönetim kotası önerisi, Birinci Dünya Savaşı Sonrası, Osmanlı’nın teslim olduğu ve parçalandığı Sevr Anlaşmasında vardı. Sevr’in 145’inci maddesi uyarınca, Osmanlı Devleti, iki yıl içinde soy azınlıkların orantılı temsili ilkesine dayalı bir seçim sistemini Müttefik Devletlere sunacaktı.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, İstiklal Savaşı ile Sevr’i yırtıp attı. Lozan’la hiçbir etnik ve dini kimlik üzerine dayanmayan “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk” denir tanımlamasıyla ulus devletin temellerini attı. Ümmet ve tebaa yerine, çağdaş devletlerdeki gibi, yurttaşların eşitliğini öngören vatandaşlık kavramını getirdi.

Bahçelinin önerdiği model, Lübnan’a 1920’li yıllarda mezhep kimlikli yönetim modeli olarak dayatıldı. Mecliste, Hristiyanlar ve Müslümanlar için kotalar belirlendi. 1943’e gelindiğinde Cumhurbaşkanının Maruni Hristiyan, Başbakanın Sünni Müslüman Meclis Başkanının ise Şii Müslüman olması anayasada kabul edildi. Ülke yönetiminin her kademesinde, mezhep ayrılıkları iyice derinleşti, yurttaşlık bilinci kalmadı. 1975 yılında mezhep çatışmaları iç savaşa dönüştü. 15 yıl sürdü. Bugün, Lübnan’ın hali ortada…

Bu öneri ve açıklamalar, doğrudan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ulus devlet yapısına, laik yapısına, yurttaşlık kavramına, tüm yurttaşların, etnik kökeni ve dini inançları ne olursa olsun yasalar karşısındaki eşit yurttaşlık haklarına, çağdaş devlet yapısındaki yurttaşlık tanımına, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına saldırıdır.

ABD, İngiliz, İsrail tarafından şekillendirilen bu büyük emperyal projesi, AKP-MHP-HüdaPar-DEM Parti ittifakı tarafından “Terörsüz Türkiye” diye adlandırılan elma şekeri ile yutturulmaya çalışılıyor. Ama insanı en çok üzen de, Atatürk’ün Partisi CHP’den bu oyuna karşı güçlü bir itiraz çıkmadığı gibi aksine süreç için göz kırpmalar geliyor.

“Sizinle bırakın Anayasa yapmayı, menemen bile yapmam” sözü havada kalıyor.