2020 yılında Ayvalık’a yerleşince İzmir’deki dostlardan bir hayli uzak kaldım. Ama yine de Milliyet gazetesinde muhabirlik yıllarımdaki dostlarımla sosyal medyada da olsa zaman zaman görüşüyorum. Pandemi gerçeğini unutmamak gerekiyor, kapalı bir toplum olduk, aileler bile çoluk çocuklarından randevu alarak birbirlerine gelir/gider oldular; genel olarak özel günlerde ve üzücü ama cenaze törenlerinde karşılaşıyoruz.
35 yılın ardından gelen buluşma
Türkiye’de Sedat Simavi Başarı ödülü, Avustralya’da Victoria Eyaleti Çokkültürlü Medya Ödüllü gazeteci İsmail Kayhan ile yolumuz 35 yıl sonra Ayvalık’ta kesişti. Sevgili eşi Karen Fletcher ile birlikte Ayvalık’ta yaz tatilini geçiren İsmail ile gazetecilik yıllarında çok beraberliğimiz çok anımız olmuştur. Yıllar sonra Cumhuriyet Meydanı’nda Emine’nin işlettiği Ayvalıkgücü kafeteryada buluştuk.
“Eyvah annem görecek!
İsmail Kayhan da benim güzel yürekli dostlarımın arasındaydı;12 Eylül Cuntası'nın yarattığı ağır siyasi koşullarda, 1982 yılının son günlerinde O’nu İzmir Emniyet Müdürlüğü’nün dördüncü katındaki hücresinden çıkarıp bir odaya götürdüler. Odada, 15 kadar kişiydiler. 15 kişiyi de operasyonda yakalanan kitap ve yayınların sergilendiği uzun masanın arkasına dizdiler. Bir araya geldiğimizde İsmail kardeşim o günü şöyle anlatıyordu:
“Gazetecilerin gelip fotoğraflarımızı çekmesi için bu odaya getirildiğimizi anladım, ‘Eyvah, annem görecek’ diye düşünmeden edemedim. Kapı açıldı. İçeri gazeteciler doldu. Patlayan flaşlar, kameranın ışığı, aylardır gün yüzü görmemiş gözlerimi kör ediyordu. Kimse konuşmuyordu, tek ses deklanşör sesiydi. O an, masanın öte tarafındaki gazeteciler arasında, dünya güzeli sarışın, yeşil gözlü kadını fark ettim. Birden, içim acıdı. Melek yüzlü, böyle güzel bir kadının bu cehennemde ne işi olabilirdi ki? ‘Buraya yakışmıyorsun, git buradan’ diye bağırmak istedim. Gördüğümüz her sarışın, yeşil gözlü kadına aşık olmak, biz erkeklerin fıtratında var. Ama bu öyle bir şey değildi. Bir kere bu kadın öyle hüzünlüydü ki, bunu gizleyemiyordu. Bir an, üzüntüsünü polisler fark edecek ve onu da alacaklar diye korktum. Sanki incindiğimizi biliyor, ‘sizi bir de ben incitmek istemiyorum’ der gibi, göz göze gelmekten kaçınıyor, genellikle yere bakıyordu. Masanın arkasında sıralanmış, kan, sidik ve ter kokan bu 15 kadar kişiyi insanmışız gibi gördüğü apaçıktı. Gazetecilerin işleri 10 dakikada bitti. Bizi, Sıkıyönetim Mahkemesi’ne sevk ettiler. Sıranın bize gelmesi için iki gün de orada kaldık ve mahkemede serbest bırakıldım. Ama bir gün önce gazetelerde fotoğrafım ve ismimle ‘Gültepe olaylarının sorumluları yakalandı’ başlığıyla yer aldığımı o an bilmiyordum.”
35 yılın acısını çıkardık
Aradan geçen 3 yılın ardından gazetecilik mesleği ve muhabirlik yılları başlayan İsmail Kayhan ile geçmişe dönük uzun bir sohbet ettik. Hem biralarımızı yudumladık, hem de Ayvalık’ın bitmek tükenmek bilmeyen poyraz rüzgarı eşliğinde kayıp 35 yılın acısını çıkarmaya çalıştık. Sarışın yeşil gözlü kadın benim de Milliyet gazetesi İzmir bürosunda 10 yıl birlikte çalıştığım acemilik yıllarından örnek aldığım ve bize her zaman ablalık yapan, eğitici ve öğretici kimliğiyle Elvan Feyzioğlu’ydu. Nereden aklıma geldiyse, İsmail’e tekrar sordum; “Elvan ile o yıllarda tekrar karşılaştın mı? Diye!
“Gözlerim, haber için gittiğim yerlerde, haberi takip eden gazeteciler arasında o güzel kadını arıyordu. Onunla karşılaşmak uzun sürmedi” diye başladı anlatmaya:
“Zaman içinde tanıştık ve iyi arkadaş olduk. Hatta birlikte çalıştık da. Bu hatıramı o kadına, İzmir basının sevgilisi Elvan Feyzioğlu’na anlattım mı, hatırlamıyorum. Anlattıysam da, burada anlattığım gibi anlatmadığımdan eminim.”
İstanbul serüveni
İzmir’de, İsmail ile yaklaşık 5-6 yıl süren gazetecilik yaşamımız oldu, 1980’li yıllar İsmail’in olduğu kadar benim en güzel meslek yıllarımdı. İsmail Kayhan, ardından istanbul’a gitti. 6 yıl da devrimci bir haber dergisi olan Gerçek ve ardından Evrensel’de çalışmaya başladı. 1990’lı yıllar İsmail’in bulunduğu ortam açısından korkunç yıllardı.
Çalışma arkadaşları Namık Tarancı Diyarbakır’da sokak ortasında Hizbullah tarafından, Metin Göktepe de İstanbul’da polisler tarafından dövülerek öldürüldü. Metin Göktepe, ölümünün ardından Türk basın özgürlüğü mücadelesinin sembolü ve bayrağı haline geldi. Namık Tarancı, Türk şiirinin büyük ismi amcası Cahit Sıtkı Tarancı gibi bir şairdi. İsmail Kayhan, “Bu iki ölümün ağırlığı, hayatım boyunca taşıyacağım bir ağırlık olacak” diyordu, bu konu aklına geldiğinde.
Ayvalık’taki buluşmamızda hep aklımdaydı, sosyal medyadan yazışıyorduk ama nedense bir türlü soramamıştım, İsmail’in izini o yıllarda kaybetmiştim. Şimdiki gibi iletişim kolaylığı yoktu! ‘Neden ortadan bir anda yok oldun?’ diye sordum.
“Hesabımda 800 doları görünce inanamadım!”
İsmail, Avustralya yıllarını anlattı, ben de ilgiyle dinledim.
“Yazdığım bir yazıdan dolayı hapse girme ihtimali ortaya çıkınca, Avustralya’ya göç ettim. Hükümetin, AB’ye uyum yasaları çerçevesinde yaptığı yasal değişiklerle o dava düştü. Ama artık ben Avustralya’daydım. Avustralya’da ilk yapmam gereken şey elbette İngilizce öğrenmekti. Çoluk çocuğum, yani doyurmam gereken kimse yoktu. Tam zamanlı okula başladım. 5 yıl İngilizce okudum. 1999 yılındaki Marmara Depremi’nde Avustralyalı bir Türk, Gebze’de 30 kadar yakınını kaybetti. Çevremdeki Avustralyalı’ların teşvikiyle onun hikayesini yazdım. Avustralya’nın en önemli gazetesi The Age, haberi birinci sayfanın üçte ikisini ayırarak, ‘Bu adam depremde onlarca yakınını kaybetti’ diye manşet yaptı. Sonra muhasebe bölümünden arayıp banka hesap numaramı istediler. Hesabımda 800 doları görünce inanamadım!”
“Bu radyonun dünyada bir eşi yok”
Hazır bulmuşum, İsmail’i arka arkaya sorular yönlendirdim; aslında, keyifli bir söyleşi oldu. İsmail, 2001 yılında Avustralya’nın Devlet Radyo Televizyon Kurumu SBS’in Türkçe Radyo yayınında yapımcı olarak çalışmaya başlamış. “Bu radyonun dünyada bir eşi yok” diyen İsmail, nasıl bir süreç yaşadığını şöyle anlattı
“Avustralya’da yaşayan ve nüfusu 1000 kişiyi aşan her dilde yayın yapıyor. Ortalama yayın yaptığı dil sayısı 65-70. Dünyada en çok dilde yayın yapan SBS’e en yakın radyo Vatikan Radyosu. Vatikan Radyosu’ndaki yayın yapılan dil sayısı sadece 32. SBS hangi dillerde yayın yapacağına her 5 yılda bir yapılan nüfus sayımı sonuçlarına ve topluların ihtiyaçlarına bakarak karar veriyor. Eğer bir dili konuşanların sayısında azalma olursa yayın saatlerini düşürüyor. Artış olmuşsa veya Avustralya’ya gelmiş sayısı 1000’i aşan yeni bir toplum varsa, o dilde yayın başlatıyor veya yayın saatlerini artırıyor. Amaç, evde o dili konuşan toplumun Avustralya’ya uyumunu sağlayacak bilgi ve hizmetlerin ulaşmasını sağlamak. 2000’li yılların başlarında Türkçe yayın haftada 8 saatti. Bu rakam toplumun dil sorunundaki azalmayla birlikte 4 saate indi. SBS 30 yıl önce göçmen toplumların ana vatanla ilişkisinin devam etmesi, ana vatandan haber almasını hedefliyordu. Bu amaç da değişti. Şimdi yayınların yüzde 70’i Avustralya içerik, yüzde 30’u anavatan ve dünya haberleriyle sınırlı.”
Gelibolu uzmanı İsmail Kayhan
Çanakkale Savaşı’nda Anzakların rolü çok önemliydi ve her yıl Anzaklar Çanakkale’ye gelip sabaha karşı düzenlenen ayinler eşliğinde atalarına saygı sunuyorlardı. Bu konu hep aklımdaydı. Nokta atışı yaptım, İsmail’e bu konuyla ilgili bilgisinin olup olmadığını sordum. Gerçekten nokta atışı yapmışım. İsmail, bu konuyla ilgili 2 ödül birden aldığını anlattı:
“Anzaklar’ın Çanakkale Savaşı’ndaki rolü Avustralya’da, Avustralya’yı İngiltere’den koparıp, kendi ayakları üzerinde durmayı öğreten savaş olarak değerlendirilir ve ‘milli benliğin’ oluşmasındaki rolü dolayısıyla çok önemsenir. Savaşı kaybetmiş olmalarına, Gelibolu’dan ayrılan Anzaklar’ın Batı Cephesi’ne giderek orada çok daha büyük kayıplar vermesine rağmen, Gelibolu’nun Avustralya’da ayrı bir önemi vardır. 2015 yılında, yani Gelibolu Anzak Çıkarması’nın 100’üncü yıldönümü yaklaşırken, ben de hazırladığım haberler ve araştırmalarımla bir nevi ‘Gelibolu uzmanı’ haline geldim. Artık Çanakkale Savaşı konusunda uzman hem Avustralyalı hem Türk çok sayıda akademisyen, araştırmacı tanıyordum. Bu imkan bana hem Türkiye’de, hem Avustralya’da gazetecilik ödülü kazandıracak bir haberi bulup çıkarma imkanı yarattı. Çanakkale Kara Savaşları konusunda Avustralya ile Türkiye arasındaki en büyük fark, kayıtlarda yatıyor. Avustralya Anzak Çıkarması’nı ve savaşı en ince ayrıntısına kadar kaydetmiş. Askerlerin hangi gün ne yediğinden, tuvaletlerin nerede olduğuna; hangi askerin hangi siperde olduğundan, kimin hangi saatte gece nöbetçisi olduğuna kadar her şey kayıt altında. Askerlerin, yasak olmasına karşın tuttukları günlükler, özenle onlardan ve ailelerinden toplanmış. Hatta tüm savaş boyunca Avustralyalı gazeteciler cephede orduyla birlikte kalıp her şeyi fotoğraflamış ve yazmış. Buna karşılık Türk tarafında durum öyle değil. Pek çok şeyinin kaydı yok, olsa bile ulaşmak mümkün değil.”
Tarih sever bir gazeteci olarak, İsmail’in sohbetini keyifle dinledim ve devamını çok merak ettiğimi söylediğimde, ‘sıkılmayasın’ dedi. Ben de keyifle dinliyorum ve devamını merak ediyorum dediğimde başladı anlatmaya:
İsmail Kayhan’a 2 ödül getiren haberin öyküsü
“Bir gün Türkiye’de bir tarihçi ile telefonda konuşurken şans eseri ağzından çıkan bir söz dikkatimi çekti. Konuştuğum amatör tarihçi, Anzaklar’a karşı savaşan bir Türk komutanın yazdığı hatıratında, 25 Nisan Günü Anzaklar’a karşı savaşırken vurulduğu yerin adını verdiğini söyledi. Kitabın adını öğrenip internetten satın aldım. Binbaşı Halis, 25 Nisan Günü sadece vurulduğu yeri yazmamış, o gün bütün olanları anlatmıştı. Halis Bey komutası altındaki bölükle, Edirne Sırtı’nda düşmanı nasıl durdurduklarını ayrıntılarıyla anlatıyordu. Halis Bey’in, 25 Nisan Günü hangi saatte nerede olduğu hatıralarında belliydi. Karşısındaki Avustralyalı bölüğü bulmak zor olmayacaktı. Hemen Başkent Canberra’da Avustralya Savaş Müzesi’ni aradım. Oradaki tarihçiler verdiğim bilgiler doğrultusunda Edirne Tepesi’nde Halis Bey ve askerlerinin karşısındaki Anzaklar’ın, Yüzbaşı Charles Leer komutasındaki bölük olduğunu, Leer’in 25 Nisan öğleden sonra saat 15.00’de başından vurularak öldüğünü söylediler. Sonra Leer’i araştıran başka tarihçiler buldum. Bu tarihçiler bana Leer’in bölüğüyle karaya çıktığı andan itibaren yanından ayrılmayan ve sağ kolu olan askerin hatıralarını gönderdi. Bu Anzak askeri de Binbaşı Halis gibi savaşın ilk gününü yazmış, Leer komutansında bölüğün ilerleyişini, tepeye ulaşmak için Türklerle yarıştıklarını, Türklerin kendilerini çembere almaya çalıştıklarını ayrıntılarıyla kayda geçirmişti. Binbaşı Halis de hatıralarında aynı şeyden bahsediyor, düşmanın tepeye ulaşmasını önlemek için askerlerine yarım ay şeklinde sıralayıp ateş açtıklarını anlatıyordu. Halis ve Leer’in yaverinin yazdıkları, karşılıklı iki farklı noktadan görülen aynı çatışmaydı. Avustralya askerleri ilerleyemiyor. Anzak bölüğündeki askerler, en önde vurularak düşen Yüzbaşı Leer’in cesedini bulup geriye taşımak için 3 gece üst üste, sürünerek Leer’in düştüğü yere gidiyor ama cesedi bulamıyorlar. Haberin en önemli unsuru Halis Bey ve Yüzbaşı Leer’in torunlarını bularak onların duygularını da habere kattım.”
Karen Fletcher Kayhan ünlü bir avukat
35 yıl sonra İsmail Kayhan ile resmen keyifli bir röportaj yaptık diye bilirim. Bu keyifli söyleşiyi, meslektaşlarımızla, ortak dostlarımızla paylaşmak istedim. Sevgili İsmail Kayhan, Temmuz ayının sonunda Avustralya’ya dönecek. Bu söyleşiyi okuyanların ‘Orada ne yapıyor?’ dediklerini duyar gibiyim. İsmail Kayhan 1 yıl önce emekli olmuş. 2005 yılında Karen Fletcher ile evlenip yuvasını kurmuş. Karen, “İnsan Hakları” konusunda çalışan başarılı bir avukat ve son 6 yıldır da hapisten çıkan kadınlara destek olan bir sivil toplum kuruluşunu yönetiyor. 18 yaşındaki çocukları Tamer de, gelecek yıl üniversitede ‘Sound Production’ bölümüne başlayacak. 35 yılı yarım güne sığdırdık ama İsmail ile gelecek yıl geldiğinde uzun süreli buluşmalar yapacağımız konusunda sözleştik.
Arkadaşım adına onur duydum
Haberin ardından büyük bir sürpriz yaşadığını anlattı İsmail, hem de iki büyük değerli ödül. Yazdığı haber; Türkiye’de Sedat Simavi Başarı ödülü, Avustralya’da Victoria Eyaleti Çokkültürlü Medya Ödülü kazanmış. Sedat Semavi Ödülü’nün ‘Türkiye’nin Politzer’i olduğunu öğrendiğinde çalıştığı SBS, İsmail’i Türkiye’ye göndererek ödül törenine katılımını sağlamış. Avustralya ödülünü de Eyalet Valisi’nin ev sahipliğinde valilik konutunda düzenlenen törende bir bakanın elinden almış. İsmail anlattıkça ben de arkadaşım adına büyük bir gurur duydum.