Çocukluğumuzda başımıza gelen kötülüklerin farkına varabilme yeteneğine sahip olsaydık eğer, çok daha erkenden hayattan nefret eder, kötülüğe daha çok meylederdik muhtemelen. Bu iyi haber…
Ancak bir de madalyonun öteki tarafı var ne yazık ki. Çocukluğumuzu yaşarken çok da adını koyamadığımız bir alay sıkıntı, stres, kırılma, yoksulluk, yoksunluk, hayal kırıklıkları, sevgisizlik, acılar gibi olumsuzlukların, bütün hayatımızı kuşattığını anlarız, yeterince yaş aldığımızda…
Ve o andan itibaren çocukluğumuzdan getirdiğimiz o kırılmaya açık yanlarımızı gizleme çabasıyla geçer ömrümüz…
Zira yaş kemale erdi ve dünyanın pek de adaletli bir yer olmadığını öğrendik. Hayatta onca güzellik varken, insanların içindeki kötülük denizi ne kadar da engin değil mi? Dehşet bir durum diye söyleniriz, ancak doğru ne yazık ki! Ve bir şeyin daha farkına varırız. Düşmanlarımız var… Hiçbir şey yapmasak da sırf varlığımız bu insanları düşman etmiştir bize. Sayıları da az değildir. Milyonlarca insan ise kayıtsızdır. Hayattadırlar, ama bitkisel bir hayattır bu. Kimseye faydaları yoktur. Küçük dünyalarında tanrının bahşettiği ömrü berbat etmekle uğraşırlar. Ve dostların sayısı da azdır bu arada…
Ve işe bakınız ki hayat da çok kısa… Ve tam bir kuşatma altındayızdır.
Hayat bir savaş alanıdır artık. Ve çoğu kez yalnızız. Tek başımıza bir ordu gibi savaşmak zorundayız, başka yol yok!
Ve bir şeyi daha…
Bu savaşta en çok da o çocukluğumuzdan getirdiğimiz korunmasız yanlarımızı keşfetmek ister düşmanlar. Çünkü en büyük zararı oralardan verebileceklerini bilirler. Zira onlar bizim küçük darbelerde bile kanayacak yaralarımızdır. Ve bu nedenle o yanlarımızı gizlemeye çalışırız delice bir çabayla. Ve bir alay tuhaf önlem alırız. Korunmak için taşkınlıklar yaparız. Yeri geldiğinde sert çocuğu oynarız. Bazen kötülük bile yapmaya karar veririz, bu savaşta. Ekonomik güç elde etmek için gece gündüz kafa yorar, politik güç peşine düşeriz. Çoğu zaman da yolumuzu şaşırır, değerli biri olup yaralarımızdan korkmamayı denemek yerine, önemli biri olmak için yırtınırız. Başarı peşinde koşturup dururuz. Bazen hırt, kavgacı, asi, serseri, boş vermiş biri gibi davranırız. Bazen de çok ama çok yorulduğumuzda, derin felsefi işlere dalar, kötülüğün neden iyilikten çok daha kolay ve çabuk örgütlenebildiğine akıl erdirmeye çalışırız.
Bu acımasız savaş çok yorar elbette bizleri. Ancak milyonda bir de olsa muhteşem ödülleri de var bu işin… Dünya çapında sanatçılar, yazarlar, süper beyinler, mucitler işte bu “yaralı” çocukların arasından çıkıyor!
Yaralı çocukluklarını gizlemek için öylesine delice çalışıyorlar ki, tanrı onları deha mertebesine çıkararak ödüllendiriyor…
Peki ya çocukken alınan o yaralar? Deha olsan bile, o yaraların iyileşebilir mi? Büyüyebilir misin?