Halkın alnında ter gibi parlayan bir adamdı Altan Öymen. Ve insanın kuruş kuruş satıldığı dönemlerde bir Reşat Altını…
1960’larda kurucu meclis üyesi… 1970’lerin ikinci yarısında bakan… 1990’larda ve CHP Grup Başkan Vekili… ‘90’ların sonunda CHP Genel Başkanı… Kökten bir gazeteci, kökünden bir siyasetçi…
Bizim mesleğin duayeni… Hepimizin ağabeyi… İlkeli işsiz gazetecilere iş yeri açan ve onlara destek veren (ANKA Ajansı) farklı bir usta…
Kalemi nasırlıydı, çünkü o kalem, meydanlarda, meclis sıralarında, cezaevi taşlarında ve milletin sofrasında sınanmıştı. Kalemiyle yazar, sesiyle sorar, vicdanıyla yürürdü.
Öyle kolayına olmazdı bu ülkede “hak” demek, “adalet” demek, “öldürmeyin gençleri” demek... Türkiye’nin üzerinden muhtıraların geçip, tankların yürüdüğü yıllardı…
1972'nin karanlık taşları altında, “Üç fidan”ın dallarına su taşıyan bir gazeteciydi o. Deniz'in, Yusuf'un, Hüseyin'in canına kıyılmasın diye... İmza atmıştı kampanyaya… Ne demekti bu? Zulmün gözünü oymak ! Asılmaya giden bir genci omzundan tutmak demekti.
Yani, bile bile girdi içer Altan Ağabey. Bir kampanyanın kefaretiydi yattığı… Sanki; “İnsan yaşarken de onurlu yaşar, ölürken de elinde bir gül tutarak...” diyordu gözleriyle.
Sonra gök ağardı ve 1977’de halk O kalemi sandığa koydu, vekil olarak tayin etti. Ve Altan Öymen, toplumsal vicdanı TBMM kürsüsüne taşıdı... Kim bilir belki de en çok o zaman
Bedri Rahmi’nin şu dizeleri yankılandı kulaklarında:
“Bu memlekette ne zaman birinin canı sıkılsa
Bizi çağırırlar;
Gidin de konuşun derler...
Gideriz.
Konuşuruz.
Susarız.”
Ama Altan abi susmadı. Ne 12 Eylül’de sustu ne 28 Şubat’ta ne de 19 Mart 2025’te… “Milletin sesi boğulurken” 93 yaşına rağmen, çıktı Saraçhane’deki CHP otobüsünün üzerine ve yarınlara ancak direnenlerin kalabileceğini anlatmaya çalıştı.
1999’da CHP’nin dümenine geçtiğinde, o dümeni okyanusun ortasında dönen bir kağnı tekeri gibi tuttu… Tut ki batmasın, tut ki savrulmasın, tut ki halkın tek kuruşluk umudu da boğulmasın, diye…
Gazete yazılarında ve televizyon programlarında, sözcükler, gözlüğünün ardından
ince ince damlardı… Bir öğretmenin dersi gibiydi söyledikleri… Ne bağırarak, ne de pohpohlayarak...Yalın, gerçek ve daima insandan yana.
Kitapları var Altan Ağabey’in… Hem bellek, hem tanıklık. Hem halkın hafızasına yazılmış, birer çentik gibi: “Bir Dönem Bir Çocuk”, “Değişim Yılları”,
“Öfkeli Yıllar”, Her biri bir tarih damlası… Her biri bir şairin elinden çıkmış roman gibi.. çünkü o sadece yazmadı, yaşadı da yazdığını…
Şimdi bir Bedri Rahmi resmi düşün:
Ortada bir adam, elinde gazete, arkasında kırmızıya çalan bir Türkiye haritası… Yanında üç genç; biri Deniz, biri Yusuf, biri Hüseyin... Ve başlarında bir gökkuşağı…Bir ucunda “halk” diğer ucunda “vicdan”. İşte Altan Öymen’in hikâyesi bu;
Bir gülü tutmanın,
Bir imzaya kefil olmanın,
Bir partiyi sırtlanmanın,
Bir kalemi eğmeden taşımanın hikâyesi.
Güle güle Altan Ağabey, ruhun şad olsun. Seni hiç unutmayacağız.