SİMGE AKBULUT/GÖKÇE BALTAK- İzmir’de bu yıl 13.’sü düzenlenen Onur Haftası kapsamında bir araya gelen LGBTİ+ bireyler ve aktivistler, Türkiye'deki sistematik baskı ve ayrımcılığı gündeme taşıdı.
Ege Saati'ne konuşan 13. İzmir Onur Haftası Komitesi üyeleri, devletin LGBTİ+ varoluşuna yönelik “işgal politikası” uyguladığını belirtti. Komite, bu yılki ana mesajlarının “Yasaksa yasak, onurumuzla ve öfkemizle geliyoruz” olduğunu duyurdu.
'Kamusal alanda kimlikle var olmak imkansızlaşıyor'
İzmir Onur Haftası Komitesi'ne göre, LGBTİ+ bireyler Türkiye'de hayatın her alanında ciddi engellerle karşılaşıyor. Okul, iş yeri, hastane ve sokak gibi kamusal alanlarda açık kimlikle var olmanın çoğu zaman imkansız hale geldiğini belirten aktivistler, "LGBTİ+ olmak, hele ki Türkiye’de, bütün alanlarda zor. Okulda, iş yerinde, sosyal çevreniz içerisinde açık kimlikliyseniz hep bir yerlere sıkışırsınız. Sıkıştığımız yerde kendimize güvenli alanlar yaratıyoruz, bu da genellikle kimlikdaşlık temelli olur, yani LGBTİ+’lar olarak birbirimizi gözetiyor, birbirimize yoldaş oluyoruz. Önümüze serilen engelleri ancak ayrıcalıklı, şanslı ve güçlüysek delebiliyoruz. Fakat tüm bu zorluklara rağmen hayatın her alanında olmayı başarıyoruz" ifadelerini kullandı.
'Devlet, nefret politikalarını medya yoluyla pompalıyor'
Aktivistler, LGBTİ+ bireylere yönelik baskının temel failinin devlet olduğunu ve bu politikaların medya aracılığıyla topluma yayıldığını savundu. Yapılan açıklamada, "Lubunyalar hep işgal altındaydı. Var oluşumuza, bedenlerimize, yaşamlarımıza yönelik bir işgal politikası yürütüyor devlet. İşgalin boyutu o kadar büyük ki canımızdan ediyor, yaşam hakkımız görmezden geliniyor. Üstüne devlet de yeni failler yaratıyor çünkü nefret politikalarını başta medya yoluyla ayrımcı bir dil kullanarak pompalıyor ve topluma indiriyor. Bu nedenle LGBTİ+’lara yönelik baskının faili devlet ve polis gibi devlet aktörleri olduğu kadar günlük hayatımızda karşılaştığımız ebeveyn, öğretmen, hatta yoldan geçen herhangi biri de olabiliyor" denildi.
'Cezaevlerinde LGBTİ+ hakları görmezden geliniyor'
13. İzmir Onur Haftası Komitesi, cezaevlerinde LGBTİ+ bireylerin karşılaştığı hak ihlallerine dikkat çekti. Komite, gözaltı ve tutuklama süreçlerinde özellikle trans bireylerin maruz kaldığı ayrımcılığı şu sözlerle aktardı:
"Gözaltılar, cezaevleri, adliyeler, karakollar… Var oluşumuzu suç haline getirmeye çalışan devletin yargısı ve kolluğu da LGBTİ+’ları cezalandırmaya çalışıyor. Örnek vermek gerekirse bir trans kadının 24 saatlik gözaltı süreci ne yazık ki “erkek nezareti”nde geçiyor. Ardından tutuklanırsa “erkek cezaevine” yerleştiriliyor. Orada da ya -işkence olduğu kabul edilen- tecrit uygulamasına maruz bırakılıyor ve yalnız bırakılıyor ya da erkeklerle aynı yerde kalmaya zorlanıyor. Bu kalış süresi boyunca hormon ilaçları gibi temel haklarından mahrum ediliyor."
'Hukuk LGBTİ+’lara karşı işliyor'
Hukuki sistemin LGBTİ+ bireyleri korumadığını, aksine iktidarı koruduğunu belirten komite üyeleri, çifte standarda işaret etti.
Açıklamada, "Hukuk toplumda ötekileştirilenleri değil, iktidarı elinde bulunduranları koruyor. Dolayısıyla biz LGBTİ+’lara da devletin yargısından adalet düşmüyor. Örneğin LGBTİ+’ların hiçbir şiddet çağrısı veya nefret söylemi içermeyen, ifade özgürlüğü kapsamında olan beyanları ve hatta sanat eserleri dahi “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” suçlamasıyla karşılaşırken, bu ülkenin Cumhurbaşkanı, bakanları, milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanı LGBTİ+’lar hakkında sürekli ayrımcı konuşmalar yapıyor. Bir LGBTİ+’nın sanat eseriyle “kin ve düşmanlığa tahrik” olduğunu iddia ettikleri toplum, devletin en üst kademesinden başlayarak üretilen nefret söyleminden etkilenmeyecek mi? Elbette etkileniyor, ancak hukuk iktidara karşı işlemiyor. Zaten hukuken kimliklerimiz tanınmıyor, devletin insan haklarını koruma misyonuyla kurduğu Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu dahi “cinsel kimlik ayrımcılık temeli değildir" ifadeleri kullanıldı.
'Yasaklara rağmen mücadeleye devam'
Artan sağ popülizm ve otoriterliğin, LGBTİ+ hareketini hedef aldığını belirten aktivistler, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme, Onur Yürüyüşü yasakları ve HÜDAPAR tarafından sunulan yasa tasarısı gibi adımların bu politikanın bir sonucu olduğunu dile getirdi.
Açıklama, "Gezi Parkı zamanı kurulan LGBTİ+ Blok, yine 2013’te gerçekleştirilen ve on binlerin katıldığı Onur Yürüyüşü, LGBTİ+’ların 90’lara nazaran daha özgürce bir araya gelebildiği platformlar LGBTİ+ görünürlüğünü artırdı. Ancak tüm dünyayla birlikte Türkiye’de de artan sağ popülizm ve otoriterlik, hedefine toplumsal cinsiyet eşitliğine dair kazanımları ve özellikle de LGBTİ+’ları koydu. LGBTİ+’ları hedef göstererek ev içi şiddetten korunmaya dair İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkılması, her yıl 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşlerine ve Onur Yürüyüşlerine polis saldırıları, HÜDAPAR tarafından sunulan ve LGBTİ+ var oluşunu açıkça kriminalize eden yasa tasarısı, transların beden uyum süreçlerine yönelik kısıtlamalar, hepsi bu politikanın sonucu.
“Aile Yılı” kadınlara ve LGBTİ+’lara şiddet getirdi
İktidar kadınların ve LGBTİ+’ların kendi yaşamları, bedenleri, kimlikleri üzerine söz hakkı sahibi olmasını istemiyor. Kutsal diye dillerinden düşürmedikleri, hatta “Aile Yılı” diye ilan ettikleri ailelerinde LGBTİ+’lar ve kadınlar için şiddet ve beden ve emek sömürüsü var. Sanıyorlar ki Onur Yürüyüşlerini yasaklayınca biz yürümekten vazgeçeceğiz, bize “sapkın” deyince kim olduğumuzu saklayacağız. Bizler de bu toplumun parçasıyız ve özgür olana dek “yasaksa yasak” diyerek özgürlük mücadelemize devam edeceğiz" sözleriyle son buldu.