12 Eylül Darbesi ve bugün

Bugün 12 Eylül askeri darbesinin 45’inci yılı… Mevcut AKP iktidarı da 23 yıldır görevde. AKP iktidarında yine bir 12 Eylül tarihinde, 2010 yılında yapılan referandumla yargı bağımsızlığı yok edildi. Kumpas davalarla Türk Ordusu çökertildi. 2017 referandumu ile de tek adam rejimine geçildi. 23 yıllık sürede adım adım yargı darbeleri ve kararnamelerle, Türkiye, uluslararası karşılaştırmaların yapıldığı; demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, demokrasi gibi endekslerde, dünyanın en kötü ülkeleri seviyesine düştü.

12 Eylül 1980 darbesi ile mevcut hükümet görevden uzaklaştırılmış, parlamento feshedilmişti. Buna karşılık darbeyi yapan kadro, en kısa zamanda tekrar seçimle, yönetimi sivillere devredeceğini açıklamıştı. Kenan Evren’in sık kullandığı deyim ile “Netekim” 4 yıl geçtikten sonra da 1984 yılında seçimler yapıldı.

12 Eylülde demokrasi askıya alınmıştı ama seçim vaadi vardı. Bugün ise süreç ters yönde işliyor. Ters yönde işleyeceğini de bizzat AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan 2002 Kasım seçimlerinden çok daha önce, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken 14 Temmuz 1996 yılında açıklamıştı. Milliyet Gazetesinde Nilgün Cerrahoğlu’nun sorularını yanıtlarken, “Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz” demişti.

Bu, dünya tarihinde bir ilk değil. Çok sayıda örneği var. Demokrasiyi kullanarak iktidara geldiler, hukuku ve demokrasinin birçok kurumunu ortadan kaldırdılar. Mart ayından bu yana Türkiye’nin birinci partisi konumundaki ana muhalefet partisine yönelik her geçen gün şiddetini artıran yargı yoluyla saldırı süreci yaşıyoruz. Yapılanlar sadece CHP’ye değil, demokrasiye yönelik bir darbedir.

Şimdilik sadece demokrasinin sandığı kaldı. Sandığın da ne kadar güvenli ve ömürlü olduğu konusundaki kuşkuları hatırlatmama gerek yok sanırım.

12 Eylül Askeri Darbesi ile bugünkü tek adam rejimini karşılaştıracak, hatta kimi konularda bugünün daha da kötü olduğunu gösteren çok sayıda örnek var. Güncel olduğu için küçük bir örnek vermek istiyorum. Basit gibi görünecek ama hiç de hafife alınacak bir olay değil.

12 Eylül 1980 darbesinin totaliter rejimi, üniversitedeki öğretim üyelerinin sakallarını kestirdi, kesmeyeni de üniversitelerden kovdu. 1980 öncesinde Hacettepe Üniversitesinden değerli hocam Emre Kongar bu karara “Sakal cuntanın değil, karımın egemenlik alanına girer” diyerek, onurlu ve şanlı bir biçimde direnmişti.

Şimdiki tek adam rejimi, kılık kıyafetini beğenmediği müzisyenlerin konserlerini iptal ediyor. Kesmiyor, daha da ileri gidiyor; 6 genç kızın oluşturduğu Manifest Müzik grubuna yurt dışına çıkış yasağı koyuyor, yine yetmiyor ülkenin milli güvenliğini tehlikeye attıklarını ileri sürüyor. Bu arada ülkeye bir milyondan fazla Afgan asıllı Amerikan askeri gelmiş, ne kadarının cihatçı terörist olduğunu bilmediğimiz 10 milyona yakın sığınmacı 10 yıldır ülkenin her tarafına dağılarak yerleşmiş. Bunlar milli güvenlik sorunu değilmiş, cıvıl cıvıl 6 genç kızın sahne showları milli güvenlik sorunu olmuş.

Tarihten bir örnek vereyim. 1453 yılının Mayıs ayında Bizans’ın milli güvenlik sorunu, surların etrafını kuşatmış (Fatih) Sultan 2. Mehmet ve Osmanlı ordusu değildi. Onlar için milli güvenlik sorunu, meleklerin cinsiyeti idi. Melekler kadın mıydı, erkek miydi?

Tek adam rejiminin bedeli çok ağır oldu. Toplumun yüzde 80’ini yoksulluk sınırı ve yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bu sefalet daha da ağırlaşarak devam edecek. Tabi hukuk ve demokrasinin yok olmasının faturası sadece sefaletle sınırlı değil. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinin temel yapısı da emperyalizmden güç alarak değiştirilmeye çalışılıyor. Ulus devlet, üniter yapı ve laik yapı can çekişiyor. Son hızla Federe İslam Devletine doğru gidiyoruz.